Geçen ay sizlerle bu köşede Âdem ile Havva hikâyesinin ilk bölümünü paylaştım. Bu hikâye tamamlandığında insanlığın evrimini anlatıyor olacak.
İşte ikinci bölüm:
ÂDEM İLE HAVVA DÜNYADA
Bir anda ikisi de uykuya daldı… ve ikisi de rüyalarında evrenin oluşum sürecini gördü. Bilgi ağacının meyvesinin özsuyu vücutlarında dolaşırken onlar da kendilerine gelene kadar evrim sürecinde neler olup bittiğini öğreniyorlardı. Bu, gördükleri ilk rüya idi.
Havva gözlerini açtığında şaşkınlıkla etrafına bakındı. Âdem de aynı anda uyanmıştı. İkisi de rüyanın ne anlama geldiğini anlamaya çalışıyordu. Anladıkları tek şey, dünyada kendilerinden önce de birçok canlının, hatta kendilerine benzeyen insanımsı varlıkların yaşamış olduğunun bilgisiydi. Onlar, Homo Sapiens denilen insan türünün ilk örneğiydi.
Daha sonra öğrenecekleri gibi Homo Sapien, Latincede “Düşünen İnsan” anlamına geliyordu.
Âdem ve Havva birdenbire cennet bahçesinin verdiği güven duygusunu yitirmişlerdi. Duygularında bir azalma olmuştu sanki. Ama bu arada akıllarının çok güçlenmiş olduğunun da farkına vardılar. Çünkü artık sorular sormaya başlamışlardı. “Neredeyim?”, “Daha önce neredeydim?”, “Niçin buradayım?” “Sonra ne olacak bana?” gibi. Bu sorular, anı yaşayabilme yetilerinde de bir azalma yaratmıştı. Zihinleri geçmişle ve gelecekle meşgul olmaya başlamıştı.
Aslında çevrelerinde hiçbir şey değişmemesine rağmen, her şeye farklı gözlerle bakıyor ve farklı hissediyorlardı. Çevrelerindeki farklılıklar ve çeşitliliğin bolluğu onları şaşırtıyordu.
Sanki her şeyi ilk kez görüyorlardı. Ama artık kendilerini tanrısal varlıklar olarak hissedemiyorlardı. Artık birbirlerinin aslında bir ve aynı olduğunu bilmek, birbirlerini kendilerinin bir boyutu olarak görmek, sevmek ve güvenmek yerine, farklılıklarının farkına vararak birbirlerinden şüphe etmeye başlamışlardı. Fiziksel olarak da farklı olduklarının farkına vardıkları an, çıplak olmaktan rahatsızlık duydular. Çünkü cinsel organlarında daha önce bilmedikleri bir hareket hissediyorlardı. İçgüdüsel olarak bu bölgelerini çevresel tehlikelerden korumak için hemen kendilerine incir yaprağından giysiler yaparak koruma altına aldılar.
Açlık da hissettiler. Bu daha önce bilmedikleri bir duyguydu. Hayatlarını nasıl sürdüreceklerini korkuyla düşünmeye başladılar. Hemen yiyecek aramaya koyuldular. Gördükleri rüya onlara daha önce bilmedikleri bir realitenin bilgisini vermişti. Cennet bahçesindeki yaşantılarını şimdiden sadece hayal meyal hatırlıyorlardı. Bu yeni realite içinde yaşam çabasına düştükleri için bir süre sonra bu anılar da hafızalarından tamamıyla silindi. Kendilerinin Tanrı’nın fiziksel boyuttaki bir ifadesi, bir şekli olduğunu unuttular ve Tanrı’nın uzaklarda, kendilerinin dışında bir yerde olduğunu, yaşam mücadelesinde kendilerine belki yardım edecek belki etmeyecek biri olarak düşünmeye başladılar. Arada sırada içgüdüsel olarak Tanrı’yla bir olma ihtiyacı duyduklarında, O’na ulaşabileceklerini sandıkları birtakım törenler yarattılar. Ama çoğu zaman kendilerini Tanrı’dan ayrı ve yalnız hissettiler.
Yine de fiziksel bir dünyada yaşamayı öğrenmeye çalışmak onlara ilginç geliyordu. Meyve ve kuruyemiş türü yiyecekleri toplamayı, hayvanları yemek için avlanmayı öğrendiler. İklim de cennet bahçesinden farklıydı. Soğuk havalarda ısınmak için hayvan postlarından giyecek yapmayı ve mağaraları barınak olarak kullanmayı akıl ettiler.
Âdem ve Havva bu süreçte iş bölümü de yapmaya başladı. Âdem, fiziksel yönden daha güçlü olduğu için ava çıktı. Havva, meyve ve yemiş toplama görevini üstlendi.
Birbirlerinden farklı olduklarının bilincinde olmak onları hem rahatsız ediyor hem de inanılmaz derecede çekici kılıyordu. Kendi içlerinde bir bütün olduklarını unutmuşlardı. İkisi de kendinde olmayan bir özelliğin diğerinde olduğunu düşünüyor ve o özelliğe umutsuzca ihtiyaç duyuyordu. Birbirlerine bu kadar ihtiyaç duymaları onları korkutuyordu da. İkisi de, sadece diğerinin sahip olduğunu sandığı güce duyduğu ihtiyaçtan hoşlanmıyor ve bu duygularını birbirlerinden saklamaya çalışıyorlardı. Birbirlerine güvenlerini yitirmişlerdi ama birbirlerine yakın olmayı da özlüyor ve arzuluyorlardı.
Bu özlemi gidermek için bildikleri tek yol cinsel ilişki idi. Seks yaptıkları zaman, cennette sürekli hissettikleri yüce duyguyu hissediyor ve yaşıyorlardı. Ama bu duygu geçici oluyordu. Sevişme biter bitmez dikkatleri yine yaşam mücadelesine yöneliyordu.
Cinsel ilişkilerinin ilginç bir sonucu da çocuklarının olmasıydı. Kendilerinde beraberce kendilerine benzeyen bir insan yaratma gücünün bulunduğunu keşfetmek şaşırtıcı ve heyecan vericiydi. Aynı zamanda korkutucuydu. Çünkü çocuklar daha büyük sorumluluk, daha çok beslenecek ağız demekti.