Sevgili arkadaşlar,
Daha önce bu köşede ilk iki bölümünü okuduğunuz insanlığın evriminin öyküsü, kendiliğinden kitaba dönüştü. Gerçekten kitap kendini yazdı. Çünkü böyle bir konuda kitap yazmayı planlamamıştım. Kitap henüz bitmiş değil. Halen yazmaya devam ediyorum. Ama ismini koydum bile:
“Geleceği Hatırlamak”
Kitabın, eğer bir gecikme olmazsa kasım ayında elinizde olacağını umuyorum. O zamana kadar köşemde kitaptan bazı bölümleri sizlerle paylaşacağım.
…………………………………………………….
Âdem, yavaş yavaş gözlerini açtı. Çok uzun ve derin bir uykudan uyanmıştı. Hayretle etrafına bakındı. Yanında tanıdık bir sima vardı. “Ne kadar zaman geçti, Havva?” diye sordu.
“Bilmiyorum, Âdem. Hangi yılda olduğumuzu bilmiyorum ama bugüne kadar olan biteni hatırlıyorum rüyalarım sayesinde ” diye cevap verdi kadın. “Uzun bir rüya gördüm yine” diye sözüne devam etti.
Havva, her zamanki konuşma arzusuyla Âdem’e rüyasını anlatmaya başladı. “Tanrı, yaradılışa evrimleşme süreci diye bir yasa koymuş. Bizden önce neler neler olmuş bir dinle” dedi.
Âdem gözlerini ovuştururken, Havva anlatmaya başlamıştı bile. “Sana uzun rüyamı şöyle özetleyeyim, sanki bugüne dek tüm süreç bir kozmik yılda yaşanmış gibi” dedi ve sözüne ara vermeden devam etti.
Söylediği şeylerin anlamını pek bilmese de sözcükler ağzından dökülüyordu adeta. “Işığın oluşması ile başladı her şey. Büyük Başlangıç. Big Bang ya da Büyük Patlama. Şimdi Büyük Patlama anından bugüne kadar bir yıl yani on iki ay yani 365 gün geçtiğini hayal et. Big Bang’in 1Ocak’ta gece yarısı saat tam on ikide olduğunu düşün. Yirmi beş dakika sonra ilk atomlar oluşuyor. Tüm ocak ayı boyunca gazlar oluşuyor. Şubat ve mart aylarında gaz bulutları yavaş yavaş yoğunlaşarak galaksiler ve yıldızlar oluşuyor.”
“Peki, Dünya ne zaman oluşmuş?” diye sordu Âdem.
“Kendi Güneşimiz ve Güneş Sistemi’miz ta eylül ayı başında oluşmuş.”
“İlk hayat belirtisi ne zaman ortaya çıkmış peki?”
“Bunun için bir ay daha geçmesi gerekmiş. Ekim başından itibaren iki haftalık süre içinde nihayet bakteriler ortaya çıkmış. Bakteriler tek hücreli mikro organizmalardı. Dünyada ilk canlı yaşam formu.”
Âdem şaşırarak “Demek ki dünyada ilk canlı biz değilmişiz” diye şaşkın bir şekilde Havva’ya baktı.
“Cennet’ten kovulan ilk canlı biziz” diye hatırlattı Havva. “Denizlerde oluşan ilk bakteriler sürekli bölünerek çoğalıyordu. Ama o kadar çoğalmışlardı ki artık suda kendilerine yaşam alanı kalmamıştı. Ya yok olacaklardı ya da daha gelişkin bir biçimde birleşeceklerdi.
“Neyse, devam edeyim. Ekim ayının ikinci haftasında bir hafta boyunca bakterilerin bir kısmı fotosentez yapabilme yetisini geliştirmişti. Yani Güneş ışığından beslenebiliyorlardı.”
“Neden fotosenteze ihtiyaç duymuş ki bakteriler?”
“O kadar çoğalmışlardı ki denizden beslenemiyorlardı. Açlıktan ya yok olacaklardı ya da yeni bir besin kaynağı bulacaklardı.
“İlk fotosentez olayını gerçekleştiren bakterilerin devriminden beş hafta sonra yani kasım ayının başlarında atmosferde oksijen oluştu. Bu sayede bir hafta içinde çekirdeği olan ilk kompleks hücre oluştu sularda.
“Aralık başında ise ilk çok hücreli organizmalar ortaya çıktı.
“Aralığın ikinci haftasında yani bir hafta sonra hem suda hem karada yaşayan canlılar karaya çıktı. Karada yaşamın ilk adımları böylece atılmış oldu.”
“Peki, dünyanın gelmiş geçmiş en büyük kara hayvanı olan dinozorlar ne zaman çıktı ortaya?”
“25 Aralık’ta ortaya çıktı ve 30 Aralık’ın öğle vaktine kadar var oldu” diye yanıtladı Havva.
“İyi ki aynı dönemde yaşamadık onlarla. Seni korumakta zorlanabilirdim” diyerek güldü Âdem kendi yaptığı espriye.
“31 Aralık öğle vakti ilk maymunumsu atalarımız olan Hominitler gezegende yerini aldı.
“31 Aralık akşamı saat 23:00’da Homo Erektus denilen atalarımız iki ayağının üzerinde yürümeye başladı.
“Modern insanın atası olan biz, yani ilk Homo Sapien örneği olan sen ve ben, gece yarısına sadece iki buçuk dakika kala dünyada yerimizi aldık.
“Tarımı bile çok sonra keşfettik. Yani gece yarısından yarım dakika önce.
“Torunlarımız sanayi devrimi dedikleri şeyi son yarım saniyede gerçekleştirdiler. Birbirlerine giriştikleri İkinci Dünya savaşı ise saniyenin onda birinden daha kısa zamanda çıktı.”
Bu yazı, Nil Gün’ün Geleceği Hatırlamak kitabından alıntıdır.