İlk Ayrı’lık duygusu, 9 ay boyunca tek beden olduktan sonra, doğum an’ında annemizin bedenini terk ettiğimizde yaşanıyor sanırım.

Bu duygu, ilerleyen yıllarda, Tanrı’dan Ayrı olduğumuz fikriyle beslenmeye devam ediyor. Tanrı’nın dışarıda bir yerlerde (hatta gökyüzünde) olduğu ve O’ndan Ayrı olduğumuz hepimize özenle öğretiliyor.

Çok geçmeden Ayrı’lık duygusu her yerimizi kaplıyor ve biz dahil, hayattaki her şeyin bir Bütünün parçası olduğunu unutuyoruz.

Örneğin hasta olduğumuzu ancak hastalık bedenimizde ortaya çıktıktan sonra kabulleniyoruz. O hastalığın doktoru kimse, ona gidiyoruz. Kalp sorunu olanlar Kalp Uzmanına, kadın hastalıkları olanlar Jinekoloğa, morali bozuk olanlar Psikoloğa gidiyor…

Oysa bedenimiz bir Bütün!

Hastalığın adı ne olursa olsun, kökeninde yatan enerji akışındaki dengesizlik ileri aşamaya ulaştığında, hastalık bedensel belirtiler olarak karşımıza çıkıyor.

Burada hastalıktan ziyade, enerji akışını bozan sebeplere odaklanmak gerekir.

Hastalık, enerji bedenimizde çok daha önce oluşmaya başlıyor zaten, hatta sık sık sinyaller de veriyor, ama gelen sinyaller günlük yaşantımızı kesintiye uğratmaya yetecek dozda olmadığından, dikkate almıyoruz ve sinyaller giderek daha etkili hale dönüşmeye başlıyor. Nihayetinde fiziksel bedenimize yerleşen hastalık, artık ‘görünmezi’ görünür kılıyor. Ama biz bedenimizin Bütünlüğünü göremediğimizde, tek amacımız hasta olan organı tedavi ettirmek oluyor.

Hastalığa sebep veren ana kökeni ihmal ediyoruz ve bunun sonucunda kısa bir süre sonra hastalık bir başka organımızda yeniden ortaya çıkıyor.

Doğru cevap, ancak doğru soru sorulduktan sonra ortaya çıkabileceği gibi, doğru tedavi de ancak doğru teşhisten sonra olabiliyor.

Bir başka Ayrı’lık duygusu da, geçmiş- şu an – gelecek, arasında yaşanıyor.

Bir kısmımız geçmişte takılı kaldığı için An’da yaşayamıyor, bir kısmımız ise gelecek endişesi ile An’ın farkına varamıyor.

Oysa şu an’ı yaratan geçmiş deneyimlerimizdir ve geleceği şekillendirecek olan da şu anki deneyimlerimiz…

Her biri Bütünün birer parçası.

Bunu bir dairesel döngü olarak düşünmekte fayda var.

Geçmiş, ihtiyaç anında bize gerekli bilgiyi sağlayan bir arşiv gibi. Dolayısı ile, her ihtiyaç anında geçmişe bir yolculuk yapmakta fayda var. Ama bilgiyi aldıktan sonra, bulunduğumuz şu an’a doğru yeniden yol almak gerek. O bilginin yardımı ile bulunduğumuz an’ı iyileştirmek, daha güzel yarınlar için atılan en önemli adımdır.

Nasıl ki bugünü şekillendiren geçmiş ise, yarını şekillendiren de şu an yaşadıklarımız.

Duygularımızda yaşadığımız Ayrı’lık ise, bizi hayata karşı güçsüz kılıyor.

Sürekli yakınan, şikayetleri bitmeyen, mutsuz, şükran duygusundan ırak bir toplum haline gelmemizin sebebi, duygularımızda yaşanan Ayrı’lıktır.

Tüm duyguların bize birer armağanı var ve onlar da bir Bütünün parçaları.

Her duygu zıddı ile var ve her duygu yerinde ağır!

Biri olmadan diğerini deneyimleyemiyoruz zaten.

Mutsuzluğu yaşamadan mutluluğu algılayamadığımız gibi, üzüntüyü ve kederi yaşamadan da neşeyi tadamıyoruz.

Ama Ayrı’lık duygusu o kadar derinlere nüfus etmiş ki, biz sadece mutluluğu ve neşeyi yaşamak peşindeyiz.

Ve sonucunda mutsuz, doyumsuz, sorun odaklı bir toplumun birer ferdi olarak akıntıya kürek çekmeye devam ediyoruz.

Evet, her şey zıddı ile var.

Ayrı’lık duygusu bile…

Ayrı’lık duygusunun zıddı Bir’lik bilincidir.

Ayrı’lık duygusu mutsuzluğu barındırdığına göre, mutluluğu barındıran da Bir’lik duygusudur.

Seçim bizim:

Mutluluğu yanlış adreste (Ayrı’lıkta) aramaya devam edebiliriz.

Ya da adres değişikliği yaparak mutluluğu Bir’lik duygusunda yakalayabiliriz.

Hepimizin aynı adreste Bir’leşmesi dileği ile…

Share This