İşyerinizde zor bir insanla uğraşmak zorunda kaldığınız oldu mu? Kendi kendinize “elbette” derken dışarı verdiğiniz nefesi duyar gibiyim.
Zor insanlar, hayatın kaçınılmaz bir parçasıdır, çünkü insanlar kaçınılmaz olarak zordur ve ofislerimizi, sosyal medyadaki kanallarımızı katlanamadığımız insanlardan temizleme fikri harika gelse de bu mümkün değildir.
Bunun yerine hikâye anlatıcılığı konusunda bildiklerinize başvurun. Unutmayın, herkesin içinde bir ömür birikmiş hikâyeler vardır ve bu hikâyeler onların, çevrelerinde -ki bu çevreye onların yanında olan insanlar da dahildir- olup bitene nasıl tepki verdiğini etkiler. Sizin işiniz bu tepkileri daha iyi anlayabilmek üzere bu hikâyeleri görmeye çalışmaktır.
Brene Brown şöyle der: “Tanımadığınız birinden nefret etmek kolay değildir. Aynı eve taşının.” Abraham Lincoln da bütün bilgeliğiyle “O adamdan hoşlanmıyorum. Onu daha iyi tanımam lazım” demiştir. Ve kimsenin hikâyesini tam olarak bilemeyeceğiniz için insanlara merhametle yaklaşmanızı öneren o alıntıyı da mutlaka görmüş, hatta belki paylaşmışsınızdır. Kendi hikâyelerinizi anlamanın olaylara daha olumlu tepkiler vermenizi, daha yapıcı olmanızı sağladığından konuşmuştuk. Başkalarının hikâyelerini anlamak da aynı etkiyi yaratır ve bu yöntem özellikle de işyerinde çok işe yarar.
Yıllar önce, kendisiyle nedense bir türlü kalıcı bir uyum yakalayamadığım bir kadınla çalışıyordum. Bazen, tamamen uyumluyken, büyük bir iş üzerinde çalışmaya gömülüp saatlerce birlikte hareket edebiliyorduk; ama sonra aradan birkaç gün geçince onun benimle konuşmadığını fark ederdim. Onu ofiste görürdüm ama o sanki ben orada değilmişim gibi davranırdı. Sonra ben günlerce neyin yanlış gittiğini anlamak için kendi davranışlarımı analiz ederdim.
Onunla ilişki kurmakta zorlanan tek kişi ben değildim. Pek çok kişi bu kadınla iletişim kurmaya çalışmaktan çoktan vazgeçmiş ve sadece mecbur kalınca onunla çalışır olmuşlardı. Onunla fazla yakınlaşmıyor ve bana da aynısını yapmamı tavsiye ediyorlardı.
Az kalsın onların tavsiyesine uyuyordum. Bu karmaşık ilişki tarzı enerjimi emiyor ve yaptığım işi etkiliyordu. Öte yandan günün birinde bu kadın bana, tamamen kazara, bir hikâyesini anlattı. Bu onun hayatındaki belli bir olayın hikâyesiydi. Güven ve ihanete dair bir olayın… Ve bu olay onun kişiliğini ciddi ölçüde şekillendirmişti. O bana bu hikâyeyi anlattıktan sonra her şey değişti. Onu daha iyi anladım ve her zamanki davranışlarını sergilediğinde bunları bana verilmiş tepkilerden ziyade hikâyesinin yol açtığı tepkiler olarak görmeye başladım. Bu anlayış sayesinde de ona daha fazla incelik ve merhametle yaklaşmam mümkün oldu. Bu da ilişkimizi olumlu bir döngüye sokarak aramızda daha fazla güven oluşmasını, sonuçta da iş ilişkimizin daha iyi olmasını sağladı.
Hikâyelerin yaptığı işte budur. İncelik, sabır ve ilerleme için alan açarlar. İçerideki hikâyeleri dışarı taşımak, küçük ya da büyük yanlış anlaşılmaları çözmemize yardım eder, hatta yanlış anlaşılmalara daha baştan engel olur. Kendinizi zorlu bir iş ilişkisinde bulacak olursanız ve işinizi bırakmak gibi bir seçeneğiniz yoksa iç anlatıların arayışına girin. Onlar iş arkadaşınızı daha iyi anlamanızı sağlamakla kalmayacak, kendinizi onun tepkisinden ayrıştırmanıza da olanak tanıyacaktır -özellikle de başkalarının davranışlarını içselleştirmeye meyilli biriyseniz.
Bütün farkı yaratan da kişilerin ve hikâyelerin bu şekilde birbirinden ayrışmasıdır.