“özgürlük bakışını ney gibi üflüyor
ben düş çiyine bulanıyorum.”
serhat demirel
aşk gelmiş yurtlanmıştı onların yurduna: aşk gelince cümle eksikler bitermiş, kanatlar taktı ikisine de; onca gözlem, şaşkınlık ve yalnızlığa iyi gelen kanatlar… kendilerini akışa bıraktılar o zaman, aşkın akışına!.. aşk beşiğine de dünyaları sığdırdılar ve dünyanın şiirinin yüklenilip gidildiği o yerde, beğendikleri şairlerden beslendiler, hayat kısa kuşlar uçuyor, diyerek…
kendilerine bir cennet yaratmış; masum, hesapsız, özgür, gepegenç dolaşıyorlardı… dahası, hayatın aklın egemenliğinde akmasına başkaldırmış birer çocuktular… öyle yakışıyorlardı ki bu sevgisiz hayata!
aşkın müsebbibi isyan ve acı; isyanlarına topraklar aradılar, dağları buldular… ve oralardaki her şeyi, alıp aşklarına kattılar; rüzgâr, boran, dere, tepe, şelâle, yaz, filiz, ayaz, böcü, tomurcuk, ne varsa…
sevişmelerine iğdeler dolayıp çığlıklar atarlarken dağlarda, kozasından bir yenisi fırlıyor, onlar ilkyaz felfeleği gibi uçuyordu; nedir ki, her uçuşta öldüler biraz!
dağ başlarında rüzgâr, o ve öbürsü, kaç üçlü sevişme tutturacak, kaç gözyaşı dökecek, hiç kimsecikler bilmiyordu; aşkta ağlamak neye, nelere delâletse, birlikte bol bol ağladılar!
biri gülün gün doğumundaki açılışını görebilmek uğruna yüreğine diken batırıp uyanık kalan bülbüldü bundan böyle… diğeriyse, sızan kanla kırmızılaşan gül!..
aşk gençlikten farksızdır, hiçbir şeycikler yeter mi ona, gölleri istiyorum, diyordu bazen de, iki aşık, göl dolansın diye aşklarına, sadece giysilerinden değil her şeyinden soyunup koşuyordu gölün olduğu aşağılara, o zaman… göl -zaten hep gönül rızasıyla serecektir kendisini onlara- kollarını kocaman açmış, gelin bağrıma, diyordu… kaç döl alacaklardı acaba suyun kucağında, gene kimse bilmiyordu…
öyle her şeyden arınık soyunuk severken birbirlerini ve gecenin koynunda raks ederlerken, her seferinde kaç sümbül vaktinin kaç zambak yüzlü insan acısı, gecede yuvarlanıp yitti gözden kıyı boyunca…
ikisi şarap içiyor, herkes şarap içiyor, onlar şarap içerken ama geceye güneş doğuyordu… ve bir ses, güneşin gözünü ağlatmasın bu piçler, diyordu… uçtu bu yüzden iki aşık, bilinmedik diyarlara…