Şöyle bir etrafınıza bakın, hep gülen insanlar görüyor musunuz? Mutlu insanlar?..

Hani bazı insanların yaşamlarına, kısa sürede olsa baktığınızda, insanın içinden hep şöyle demek gelir; ”Vay be şansa bak!” …

Şans dediğimiz şey, olumlu afirmasyonları yaşam biçimi haline getirmiş insanların, bir dizi olumlu olaylar dizisini mütemadiyen üzerine çekme döngüsüdür bence.

Sevgiyle, sımsıcak, pamuklara sarıp sarmalayarak yaşamı, kendinden bile koruyarak çoğu zaman, hani deyim yerindeyse, masallardaki gibi yaşayan insanlar, hep en çok haset edilen hedefler olmuşlardır. Onlarla alay eder gibi görünüp, hatta Polyanna yaftasını yapıştırıp, bu yolla onları ayıplamaya çalışarak, aslında onların yerlerinde olmak için nelerden vazgeçeceğinin hesabını, kendisi bile yapamayan insanlar, başlı başına bir tez konusudur bence.

Düşünsenize, iyi ki yaşıyorumi dedirten kaç duygu var ki içimizde?

İlk aklıma gelen “coşku” hissi mesela; bir işle uğraşırken verimi bayağı bir arttıran etmen diye tarif ediyor coşkuyu, ekşi sözlük. Komik, ama bence en gerçek tarif olmuş.

Ve “heyecan”. Kalbinizin küt küt attığı, düşüncelerinizin herşeyi abarttığı ve yüreğinizin sesinin, kulaklarınızı çınlattığı başka bir an var mı sizce?

Ya “üzüntü”. O an, çiçekler bile nazlı açsın isterim ben, her yanı asil bir hüzün kaplasın, sessiz, mütevazı, sevecen, kırılgan bir hüzün.

Ve aşk…

İnsana, bana neler oluyor dedirten, kalbini beyninden daha fazla çalıştıran, mantık dışı, olağanüstü, müthiş bir duygu. Bunu tatmamak dünyanın sonu gibi, çünkü aşık insan dünyayı bütün renkleriyle ve o kadar güzel görebilir ki. Hep sürüden ayırt edilebilen insanlardan oluşur aşıklar familyası.

Nasıl mı?

Etrafınızdaki kız babaları, onları okula bile göndermeden, daha çocuk yaşta rızası olmadan evlendirip ve üstelik evladı buna karşı çıkmaya çalıştığında da gözünü kırpmadan öldürürken, siz, neredeyse on kişiyi bulan ailenizi, kız çocuk erkek çocuk demeden yanınıza alıp, kaleye karınızı, çocuklarınızın annesini koyup bir futbol maçı yapabilirsiniz işte. Ailenize, karınıza, çocuklarınıza aşıksınızdır. Size bunu yaptıran AŞK’tır.

Rahat yeriniz size batıp, modern bir şehir hayatından vazgeçerek, doğunun ücra bir köşesine gidip, oradaki çocukları takı tasarımı konusunda eğitip, zarif ve özel takılar yaparak insanları nasıl gönüllerinden vuracaklarını öğretirsiniz mesela. Sosyal sorumluluk aşkı vardır çünkü. Size bunu yaptıran AŞK’tır.

İyi kazanan bir şirkette genel müdür bile olsanız, -sizin göreviniz olmadığı halde- bazen bir çöpçü olursunuz, bazen de bir imalat şefi, ya da bir finans müdürü, veya bir depocu… Neden mi?  İşinize aşıksınızdır. Size bunu yaptıran AŞK’tır.

Kadınların, önemli başarılar kazanacak kadar yetenekli ve zeki olmadığını, tavırlarınız ve sözlerinizle, sürekli gündeme getirirsiniz, onları varlığınızla mütemadiyen ezersiniz,  ama gün gelir bir kadının başarısı karşısında onu ayakta alkışlarsınız, onunla gurur duyar, hayatta hiçkimseye söylemediğiniz sevgi sözcüklerini yalnız ona söyler ve buna siz bile şaşırsınız. Çünkü O’na aşıksınızdır. Size bunu yaptıran AŞK’tır.

Kendi başına buyruk, kimsenin sizi yönlendirmesine, yönetmesine müsaade etmeyen birisinizdir, ama bir gün bir dostunuz olur ve o size, denizde en yakındaki şezlonga değil de en uzaktakine uzanmak istediğini söyler, sorgulamadan peşinden gidersiniz. Beş dakika sonra oradan sıkılır, havuza gitmek ister, peşinden gidersiniz. Ya da bir seyahatte, sabah siz beş dakikada hazırlanır, onu ise otuz beş dakika beklersiniz -ki birini beklemekten nefret edersiniz- ama onu beklersiniz, çünkü size bunu yaptıran dostunuz değil, yüreğinizdir. Size bunu yaptıran AŞK’tır.

Artık yaşlanmış olan anneniz, uyurken gecenin bir yarısı onun nefes alıp almadığını, ona hissettirmeden kontrol edersiniz. Nefes alıyorsa derin bir oh çekip, sessizce odanıza gidersiniz. Ve bunu yıllardır yapıp ona tek bir söz etmezsiniz. Çaresiz bundan sonra da, bu gece nöbetlerini tutacaksınızdır. Çünkü annenize aşıksınızdır. Bunu size yaptıran AŞK’tır.

Fakat bazen de, maalesef içinizdeki şeytana yenilip, “çok seviyorum” dediğiniz insanı, o sizi aynı şiddette sevmediği için ya da onun size hissettiklerinin alfabedeki karşılığı, sizin hislerinizin tanımıyla uyumsuzsa ve siz bu uyumsuzluğa tahammül edemiyorsanız, ona kalbinin yaptığı seçimin hesabını sorabilir, onu yaralayabilir hatta yok edebilirsiniz. Ancak bütün bunları yapınca, Aşk hala aşk mıdır? Yoksa, çoktan intikama dönüşmüş müdür tartışılır. Ama bu davranışın başlangıç noktası yine AŞK’tır (ki, yazar bu tür bir aşkı desteklememektedir bilesiniz)...

Evet…

Aşk, size oturmanızı emreder, oturursunuz. Susmanızı ister, sessizliğe bürünürsünüz. Gözyaşınızı ister, damlalarca verirsiniz. Hiçbir otorite onu ezemez, çünkü kural nedir bilmez. Sizinle ister dans eder, isterse küfreder.

Onu çok mu küstah buldunuz?

Ben de…

Share This