İnsanoğluna yapılan en büyük çakallık, ilahi bir kazık… Olacaklar, olan biten ve olması gerekenler arasındaki mantık köprüsünü; heyecan, özlem, arzu gibi ince ama yoğun bir köprü inşa ederek bertaraf eden, mantık yolunda yapılan savaşları, davulun bile dengi dengiliğini, “olurdu, olmazdı”ları “esamesi okunmaz” kılan duygu. Aşk. Hep bir ebeveyn telaşı, şaşkınlığı, idealizmi ile bakılıp büyütülmesi gereken çocuktur aşk. Hayatta ne eksikse onu bulmaktır. Bulduğunu yitirmemek, yitirince yeniden aramaya gücü olmamaktır. Zordur, deliliğin en güzel çeşididir. Her yere kendini yazdıran, her şarkıda kendini anlattıran, her şiirde kendini okutturan bir hikâyedir. Yasadışıdır, içindeki anarşistler duvarlara sloganlar yazar ve birileri gelir onları kovalar.
O ilkel bir acıdır, yaban bir ağrıdır. Gelir ve içimizden o çok eski bir şeye dokunur. Sonra bir perde açılır ve yolculuk başlar. Bu yolculukta artık ne şu anın zincirleri, ne korkular, ne anneler, ne bir başkası… Yükü çok ağırdır, kendiyle buluşmuştur. Hem dışındadır dünyanın, hem de tam ortasında.
Attila İlhan’ın Maçka’sında aklı alan bir rüzgârdır. Durdurun atları, geceyi burada geçireceğiz’dir aşk. İlk görüşte olur, masallardaki gibi, çünkü aşk gerçeküstü bir şeydir. Karşısındakine kendinden başka hiçbir şey vermez. Ve kendinden başka hiçbir şeyi de geri almaz.
Sizinle konuştu mu inanmazlık edilmez, içinize düştü mü izlemekten geri durulmaz. Kendinizi aşksız yarım kalpli bir insan gibi hissedersiniz ama aşıkken de bu dünyanın ölçüleriyle tanımlanamaz çoklukta olursunuz. Hassas ve narindir aşk. Bipolar pırlantadır. Dışardaki bahardır, herkesin payını alması gereken. Bir inanç meselesidir, sadece bir hormon karmaşası olamaz, lütfen. Tamamlanmayan bir devrimdir. Kabul.
Aşk bir uzun hece, Yunus’a göre…