Ataç’ı Bozun!
“…aslında ataç olduğunuz kişi gerçekten kişinin kendisi değildir. Ataç olduğunuz şey, o kişiyle yaşadığınız deneyimler ve sizde yarattığı titreşimlerdir.”
İngilizce’de “attachment” diye bir sözcük vardır. Tam tercümesi o kadar zordur ki, duruma ve koşula göre kullanmak gerekir. Zira bir yandan bağlılılık, bağımlılık anlamına gelir; bir yandan üzerinize yapışan şey anlamına, diğer yandan omuzlarınızdaki yük anlamına dahi gelebilir.
Bundan sonra bu hale Ataç Olma hali diyelim.
Hayat bazen tam bir eziyet, çile haline gelebilir. Bunun baş nedeni ise tatminsizliktir.
Tatminsizizdir çünkü gerçek anlamıyla etrafımızda olan bitenin doğasını anlayabilmiş değilizdir. Bunun nedeni ise evrende var olan her şeyin birbirine bağlı oluşunu idrak edemeyişimizdir. Her şeyden ayrı ve farklı tuttuğumuz ve varlığına inandığımız bir “BEN” vardır ve bu Ben’e olan inanış iki ayrı sebep daha doğurur.
Kendimizin diğer şeylerden ayrı olduğu inancı beraberinde ataç olduğumuz, bağlandığımız, bağımlılık haline getirdiğimiz, tutunduğumuz, bel bağladığımız, yapışıp kaldığımız ya da üzerimize yapışıp kalmasına izin verdiğimiz şeyi getirir. Ya da tam tersi ayrılığı, ötekileştirmeyi, nefreti ve uzak durmayı…
Eziyet çekmemek ise elimizdedir.
Hayatı eziyet haline dönüştüren bağlılık ve ayrılığın yanılgı ve cehaletinden kendimizi kurtarabilirsek, o zaman herkesin ağzına sakız ettiği Nirvana’ya ulaşabiliriz.
Eğer “ataç olma” hayatı tatminsiz duruma sokuyorsa, o zaman “ataçı bozma” hayatı tatminkâr hale getiren faktör olacaktır. Burada tavsiye edilen şey yanlış anlaşılmasın. Bağlı olduğunuz kişiyi ya da deneyimi terk edin, ondan ayrılın demiyoruz.
Kendimizi diğer her şeyden ayrı tutmayıp, onlarla bir olduğumuzu idrak ettiğimizde, o zaman kimseye ya da hiçbir şeye bağımlı olmak, bağlı olmak zorunda kalmayız.
Ataç olmak için iki şeye ihtiyaç duyulur: Birincisi ataç olunan şey, ikincisi ataç olan kişi. Ataçı bozmada ise birlik ve bütünlük esastır. Var olan her şey ile bir bütün olduğunuzu düşündüğünüzde, o zaman sizin dışınızda kalan bir şey olmaz. O zaman da bir şeye ataç olmak da absürt bir olay haline gelir.
Ataç olmadan yaşamak demek, en başından beri ataç olunacak bir şeyin olmadığını bilmektir.
Peki, hayatımızdaki bütün sorunlar nasıl oluyor da ataç olmaktan kaynaklı olabiliyor?
İnsanlarla yaşadığımız tüm problemler ataç olduğunuz hayat görüşümüzden ileri gelir. Her şey umduğumuz gibi sonuçlanmayınca, öfkemizin nedeni beklenti içinde olduğumuz sonuçlara olan ataçımızdır. Bağlı olduğumuz nesnelere karşı yarattığımız ataç, onları kaybettiğimizde bizi hüsrana sürükler. İnsanlara olan bağlılığımız onları kaybettiğimizde aynı şekilde bizi yasa boğar.
En tehlikeli ataç hali insanlara olan bağlılık ve bağımlılıktır. Tehlikelidir çünkü insanları önceden kestirmeniz mümkün değildir. Her an değişim ve dönüşüme müsaittirler. Bunu nedeni ise hayat şartlarının sürekli değişken olmasıdır.
Birine ataç olma hali zart diye bir gecede gerçekleşen bir hadise değildir. Bu zaman alır. Güven hissi nasıl zaman istiyorsa, ataç olma hali de zaman ister. En baştan beri biriyle vakit geçirmeye başladığınızda (bu sevgili olur, patron ya da lider olur, arkadaş olur, aileden biri olur, fark etmez), aslında ataç olduğunuz kişi gerçekten kişinin kendisi değildir. Ataç olduğunuz şey, o kişiyle yaşadığınız deneyimler ve sizde yarattığı titreşimlerdir. Ataç olduğumuz şey, bu kişinin bizde tetiklediği duygu ve düşüncelerdir. İyi ya da kötü…
Sonuç itibariyle, zihnimiz bu yaratılan duygu ve düşünceyi, buna titreşim diyelim, haz verici, tatmin edici olarak tanımlar ve bu yüzden de bunu daha çok istemeye başlarız.
Ataç durumu oluşmaya başladığında, bu kez bu insanı kaybetme korkusunu yaratırız. Aslında bu korku, kişiyi kaybetme korkusu değildir, o kişinin bizde hissettirdiği duyguları artık yaşayamayacağımız korkusudur. Bu yüzden genellikle bizi iyi hissettiren insanlara ataç oluruz. Çünkü dış bir faktörün bizim mutluluk titreşimlerimizi tamamlamasına ihtiyaç duyarız.
Ataç olma hali sahiplenmeyi getirir. Benim sevgilim, benim oğlum/kızım gibi. İnsanlara sahip olamazsınız. Buna inanıyorsanız bu beraberinde onları kaybetme korkusunu da getirir. Koşullu sevgiyi, aşırı korumacı, kıskanç, talepkar, onsuz yapamam halini getirir.
Ataç olduğumuz kişide gördüğümüz ya da inandığımız mükemmellik hali ondaki diğer tüm olumsuzluklara gözlerimizi kapamamıza neden olur. Ataç olunca at gözlükleri takarız.
Doğum anından itibaren gelişen hayatta kalma içgüdüsü bizi hayata ataç eder ve bu da bizde ölüm korkusu yaratır.
Güney Hindistan’da insanlar maymunları yakalamak için tuzak kurarlar. Bir ağacın kovuğuna maymunun parmaklarını büzerek sokabileceği genişlikte bir delik açarak içine onun çok sevdiği şekerlerden koyarlar. Ancak maymun elini kavuktan içeri sokup şekerleri avuçladıktan sonra yumruk haline gelen elini bu sefer dışarı çekemez. Elindeki şekerleri de bırakmak istemez. Kurtulabilmesi için şekerleri bırakması yeterlidir ama bunu yapmaz. Şekerlere ataç olmuştur bir kere. Kendi kendini hapseder oraya.
İşinize ataç olursunuz, prestijinize, ününüze, şan şöhrete ataç olursunuz, bunları o kadar sahiplenirsiniz ki gözünüz başka bir şey görmez hale gelir. Elinizdeki şekerlere yapışıp kalırsınız.
Törelere, geleneklere, onurlarına, aile şereflerine, namuslarına ataç olanlar, bu uğurda saçma sapan işler yapabilirler.
Kaçımız kendini ataç olduğu şeyin kölesi/mahkûmu haline getirmiştir?
Ataç olma hali kurban zihniyetidir. Yapabileceğiniz başka hiçbir şey yoktur. Sorunlar inkâr edilir. Olan biten hep başkalarının, dış etkenlerin suçudur. Bu şekilde iyi hissedersiniz. Bu duruma ataç olursunuz. Kabul etsek de etmesek de her zaman deneyimlerimizden sorumluyuz. Birileri elbette size bir şeyler yapmış olabilir, başınıza bir şeyler gelmiş olabilir ve siz onları suçlamayı tercih edersiniz, ama size yapılan ya da başınıza gelen ne olursa olsun, bu duruma karşılık yaratacağınız duygu ve düşüncelerin titreşimlerinden sadece ve sadece siz sorumlu olacaksınız.
Kurban ve kurtarıcı birbirlerine ataç olurlar. İkisi de kendilerinde olan eksikliği diğeri ile tamamlama derdindedir. Patolojileri birbirine kusursuz uyar. Kurban ataç olma halini bozmamak için daha fazla sorunlar çıkarır. Kurtarıcı gerçekten bu sorunlara aldırdığından değil ama sevgiyi elde edebilmek ve hak edebilmek için başkalarının sorunlarını çözmek zorunda hisseder. Her iki zihniyetin de niyeti bencil ve koşulludur. Bu nedenle kendilerini sabote edip dururlar ve saf aşk, gerçek dostluklar yaşanmaz.
Kurban gerçekten sevse, “Bu benim sorunum, sen bunu benim için çözemezsin, bırak ben kendim çözeyim, sen sadece bana destek ol” der. Kendi sorunların için bunların titreşimlerinin sorumluluğunu almak… Kurtarıcı gerçekten kurtarmak istese “Otur da kendin hallet, ben sadece sana destek olabilirim” diyerek kendi ayaklarının üzerinde durmasına destek olabilirdi. Her iki durum da gerçek aşkın, gerçek dostluğun ortaya konması olurdu. En büyük önceliğimiz sürekli kendimizi iyi hissetmek ya da ataç olduğumuz kişiye kendini iyi hissettirmek olursa sonuçta kimse iyi hissetmez.
Kurban olmayı mı seçim ustası olmayı mı seçiyorsunuz?
Somut çözüm ataçı bozmaktır. Bir şeye ya da kişiye olan ataçı bozduğumuzda, tamamen bırakmış, terk etmiş ya da ayrılmış olmuyoruz. Sadece artık o kişiyi ya da şeyi daha sağlıklı bir şekilde ilişkilendirmeye başlıyoruz.
Kimse kimseye ya da bir şeye bağımlı olarak yaşamak istemez. Bu yüzden ataçı bozmak elzemdir. Şartlar şu anda ataç olduğunuz şeyle süper mutlu olmanıza müsaade etse de, gün gelir şartlar değiştiğinde, o kişi artık sizin beklentilerinize cevap vermez duruma geldiğinde bu sefer tam bir hayal kırıklığı ve hüsranla sonuçlanacak bir durum yaşarsınız.
Ataç olma hali tam bir bencilliktir. İhtiyaçlarınızın ve beklentilerinizin karşılanması, sizdeki eksiklerin tamamlanması, hislerinizin yukarı taşınması esastır. Bunlar yerine gelmediğinde derin hayal kırıkları yaşanır. O insanı terk edersiniz ya da terk edilirsiniz ama ataç olduğunuz bu beklentilerle dolu duygu ve düşüncelerden özgürleşmezseniz, hep de bu tip insanlara ataç olmaya devam edersiniz.
Birine olan ataçı bozduğunuzda, o kişiye beklenti içinde olmaktan özgürleşirsiniz. O zaman mutluluğunuz daha gerçekçi olur. Kendi dışımızda bir arayışa girmeden de kendimizi tam ve bütün hissetme imkânı yaratırız. Dışarıdan gelecek her türlü mutluluk sadece ve sadece bizim mevcut mutluluğumuza katma değeri olan bir eklenti olabilir, birinin varlığına ya da yokluğuna bağlı olmaksızın.
Ataç olma halinde beklentiler vardır. Kırmızı çizgiler vardır. Roller vardır. Alışkanlıklar vardır. Bağımlı hale geldiğiniz duygu ve düşünceler, hisler vardır.
Ataç olduğunuz kişiye ait özellikleri abartarak zihninizde olmayan şeyler yaratmaya başlarsınız. Size kendinizi iyi hissettiren özelliklerine, sizde yarattırdığı hislere, ona yüklediğiniz role ataç olursunuz. Bu da sizi ona karşı bağımlı kılar.
Ataçı bozduğunuzda koşulsuz sevgi devreye girer.
Ataç olma hali, birinden ayrılmayı istememenin abartılmış halidir.
Dayak yiyen kadının, karakoldan çıkıp yine kocasının yanına gitmesi bile bir ataç olma halidir. Dayak yiyor bile olsa bildiği, alıştığı, ataç olduğu şey kocası ve onunla yaşadığı deneyimdir. Alternatifin nasıl bir şey olacağı konusunda bir fikri ya da deneyimi yoktur. Bu yüzden de yine dayak yiyeceğini bildiği halde ataç olduğu şeye geri döner.
Ataçı bozduğumuz kişiye ne olur? Onlar da mutlu olmaya başlar, çünkü üzerlerine yük olarak aldıkları kurtarıcı rolüyle vedalaşma imkânı bulurlar ve bundan sonra bizim için yapacakları her şey daha içten ve zorlamadan olur. Bu sayede gerçek aşklar ve dostluklar yaşanabilir.
Psikologlar genellikle ilişkileri çubuklarla anlatırlar. İki çubuk vardır. Bunlardan biri dik, diğeri ise ona dayanmış şekildedir. Dik duran çekildiği anda diğeri düşmeye mahkumdur. Çünkü yaslanan dik durana ataç olmuştur. İkisi de birbirine yaslanmış olabilir. O zaman ikisi de yeri öpecektir. Ama ikisi de dik durmayı başarırsa o zaman gerçek sevgi vardır.
Diğerleriyle olan ataçı bozmak için önce kendimize gelmemiz gerekiyor. Önce kendimizi yeterince sevmeliyiz. Bir bardak düşünün, içindeki suyla beraber, bu siz olun. Bardağın içindeki suyu çıkarıp içine ataç olduğunuz kişiyi koyarsanız artık siz olmazsınız. Ataç bozmak için önce bardağı tekrar kendinizle doldurmanız gerekir. Önce kendinizi sevin. Sizdeki eksik tarafları, şeyleri başkasının doldurmasını beklemeyin. Kendinizi sevmeye başlamak başkalarının sizi sevmesini istemiyorsunuz anlamına da gelmez. Sevin sevilin.
Ataç olduğunuz kişi ya da deneyimle aranızda eterik bir bağ vardır. Buna görünmez bir kordon diyelim. Bu görünmez ama var olan kordonlar üzerlerinde enerji taşırlar. İlişki sağlıklı ise tatmin edicidir. Değilse yine de enerji akışı çift taraflı devam edebilir. Bu bağın devam etmesi, yeni ilişkiler yaşamanıza izin vermez ya da zarar verir. Çünkü içerlerde bir yerde hâlâ geçmişten gelen ataç olmaya devam ettiğiniz şeyler vardır. Ve döngü bunları tetikleyerek habire ortaya çıkarır.
Bozduğunuz her ataç ile yeni şeylere, yeni deneyimlere yer açarsınız. Ataçları bozmazsanız, hayatınızdaki kişileri değiştirmeniz ya da terk etmeniz bir şey değiştirmez. Çünkü ataç olduğunuz geçmişiniz, deneyimleriniz, bunların sizde oluşturduğu titreşimlere olan bağımlılığınız, tekrar tekrar size aynı insanları ve deneyimleri getirmeye devam edecektir. Yeni bir insanla dahi olsanız, eski sevgilinizle olan ve ataçı bozmadığınız bir duygu, deneyim, titreşim tetiklenecek ve döngü devam edecek.
Ataçı bozma hali, döngüye giren tüm problemlerden özgürleşme halidir.
Gemileri yakıp, herkesi terk edip, pılıyı pırtıyı toplayıp bir tapınağa kaçarak tüm problemlerinden kaçabileceğini düşünmek değildir.
Size artık hizmet etmeyen her türlü duygu ve düşünceyi, titreşimi hayatınızdan çıkarın.
Elinizdeki şekerleri bırakın ve özgürleşin!
Ataçı bozun!
Ersin İpek
Qigong Master