Geçenlerde şöyle bir soru geldi: “UK, Aydınlanma Ne Demektir ve Ben Aydınlanmak İçin Ne Yapabilirim?”

İçindeki gökyüzünden bahsetmiştim  “Eğer içindeki gökyüzü karanlıksa dışarıda hava aydınlıkta olsa anlamsızdır” demiştim. Bunu izlemelisin! Varlığın karanlık durumda… Dışarıda hava çoğu zaman aydınlık; fakat içinde karanlıkları besliyorsan bunun bir anlamı yoktur. İçindeki gökyüzünü keşfetmeden, dışarıda olan anlamsız kalır. Dışarısı oldukça aydınlık, ama sen karanlıksın!

O zaman yaşam tatsız gelir, yaşamdan renk alamazsın; çünkü yaşama renk veren sensin. Sen karanlıksan yaşam da karanlıktır. Aydınlanmak için bir şey yapmana gerek yok! Sadece, sende olanın farkında olman kâfidir.

Varlığını hissetmen yeterlidir. Ama bunu benimsemiyorsun; aydınlanma fikri sana ürkütücü geliyor; çünkü o zaman içindeki karanlık kaybolacak ve o karanlığın ardına gizlemiş olduğun bastırılmış duyguların birden bire ortaya çıkacak. Bununla baş edecek enerjiyi kendinde göremiyorsun! Kendi özünden korkuyorsun; kendi özünden korkmazsan kendin olabilirdin; ama ondan korkuyorsun.

Bütün korkularının sebebi de aslında bu! O yüzden aydınlanma tanrısaldır. Bir Buda aydınlanmıştır, bir İsa aydınlanmıştır, bir Osho aydınlanmıştır; çünkü onların, yaşamın cesurları sevdiğine dair inançları vardı. Onlar, yaşama kendileri renk katmadıkça bu hayattan renk alamayacaklarının farkındaydılar.

Çünkü onlar bugüne kadar bütün öğrendiklerini bir anda unutarak yeni bir yaşam biçimini kavrayacak cesarete sahiptiler! Onlar aydınlanmak için bir şey yapmadılar; sadece olanı fark ettiler, kendilerinde olanı…

Ve sen aydınlanmak istiyorsun, ama korkuların ve kendi doğruların varken bunu başarmanın imkansız olduğunu sana söylemeliyim. Yeni bir yaşama kucak açmak istiyorsan, eski seni terk etmen gerektiğini biliyorsun. Bunu sana anlatmıştım…

Sevdiğim bir hikaye var;

Bir üniversite profesörü bir gün Japon Zen ustası Nan-İn’i ziyarete gider; amacı Zen hakkında bilgi edinmektir. Nan-İn profesöre çay ikram eder ve fincanını iyice doldurur; fincan dolduğu halde çayı koymaya devam eder. Profesör fincanın taştığını görünce dayanamaz ve sorar: “Fincan doldu, taşıyor! İçine daha fazla bir şey alamaz! Usta Nan-İn yanıtlar: “Bu fincan gibi siz de kendi fikirlerinizle dolusunuz. Fincanınızı boşaltmadan size nasıl Zen’i gösterebilirim ki?”

Nan-in aydınlanmıştı; çünkü o, aldığı nefesin farkındaydı. Nan-in sonsuz bir enerjiye sahipti, içinde eşsiz bir enerji deposu vardı, ve ona bu enerjiyi veren içindeki enerji kaynağının farkında olmasıydı!

Senin de içinde sonsuz bir enerji deposu var; fakat farkında değilsin! Bu benzin istasyonuna sahip olup da arabanda benzin yok diye yürüyerek dünya turuna çıkmaya benziyor. Senin yaptığın bu!

Mutluluk satıyorsun ve mutluluk deponun bu şekilde dolduğunu düşünüyorsun. Her geçen gün mutluluk depon küçülüyor, ama bunun farkında değilsin. Varlığının derinliğinde olmadığın için bu mutluluk deposunun da farkında değilsin. Aslında, aynı şekilde sevgi deposuna da sahipsin. Farkında olmadıktan sonra hepsi anlamsızdır!

Bana “İnsanları mutlu ediyorum, onlar benim yanlarımdayken gözleri ışıl ışıl ama ben onlar gittikten sonra mutsuzluğumla baş başa kalıyorum” diyorsun. Mutluluk depon eksiliyor, yaşama gözlerinle baktığın için yüzeysel durumdasın.

Artık geç oldu, hadi şimdi git ve varlığının derinliğiyle buluş!

Share This