Kanser için milyarlarca dolar harcanmasına rağmen teknolojinin ve tıbbın tavan yaptığı bir çağda bu merete neden çare bulanamadığıyla ilgili gerçeklere bir kez daha değinmeyeceğim. Hatta ilaç sektörünün ve şirketleşmiş sağlık kurumlarının paragöz yaklaşımları sonucu insan hayatının hiçe dönüşmesine de girmeyeceğim.
Ancak kendileri şifa vermek bir yana dursun, insanların kendi kendilerini iyileştirmelerine yardımcı olacak her türlü şeyi birer birer ortadan kaldırarak ya da yasaklayarak nereye varacaklar onu merak ediyorum. Zira kanserin çaresinin bulunduğuna inanıp uygulamaya kalksalar, koca ilaç sektörüyle beraber ticari ve siyasi endüstri de bir gecede çöker.
Yüz kere de olsa bin kere de olsa, tekrar etmekten usanmayacağım bir gerçek var ki, o da kanserin “öcü” olmadığı. Daha önce yayınlanan pek çok yazıda kanserden kurtulmanın son derece basit yolları var, bunlardan bahsettik. Dedik ki “Kanser sadece asidik ortamda var olabilir; vücudunuzu alkali ortama taşıdığınızda, artık barınacak ortamı kalmadığı için kanser vücudu terk eder.” Bu her hangi bir sav değil, Dr. Otto Warburg’un ispatlayıp Nobel ödülü kazandığı bilimsel bir gerçek. Hatta “Alkali beslenin kanseri yenin!” yazımızda bunun ayrıntılarına değinmiştik. Yine Kanserin Düsmanı Karbonat adlı yazıda karbonatın kanseri kolayca iyileştirildiğine değinmiştik. Dileyenler bu yazılara göz atabilir.
Kanseri iyileştiren ancak insanların kısa sürelerde iyileşmesini engellemek amacıyla kurnazca yasaklanan hintkeneviri gibi faydalı şeyler de var. Evinizde ya da bahçenizde yetiştirmeniz bile suç. Hâlbuki bunları kullandığı için hayati tehlike yaşayan kimse yok. Evet, tek bir örnek yok. Oysa yanlış ilaç tedavisinden, yanlış teşhisten ölenlerin sayısı gün geçtikçe katlanıyor.
B17 vitamini ya da diğer adıyla Laetril de bunlardan bir tanesi.
SAYFA-BOLUMU
Zihinsel nedenleri geçersek, kanserin başlıca oluşum nedeni yanlış beslenme veya eksik alınan besinler.
Rockefeler bağlantılı ilaç sektörü B17 vitamininin faydalarını hasıraltı etmeye çalışsa da, Amerika Birleşik Devletleri’nde kullanımını yasaklatsa da, Sloan Kettering Enstitüsü’nde çalışan doktorlar bunu el altından basına sızdırmayı başarmış. Hatta sizinle Ulusal Kanser Enstitüsü’nün imza attığı trajikomik bir olayı paylaşayım. Kanserli 3 fare üzerinde deney yapılıyor. Birine az dozda, diğerine yeterli dozda, sonuncuya da aşırı dozda Laetril veriliyor. Az ve aşırı dozda verilenler çok yaşamıyor ama yeterli dozda verilenin ömrü uzuyor. Enstitü ise 3 deneyin ortalamasını alıp, ilacı “işe yaramaz” olarak nitelendiriyor. Yani istatistik kullanıyor. Evet, istatistikler yalan söylemez ama yalancılar istatistik kullanabiliyor.
Laetril kullanarak sağlığına kavuşan hastaların kurduğu bir organizasyon var. Adı da “Kanser Terapisinde Kendi Seçim Özgürlüğünü Kullananlar Derneği.” Bu da trajikomik bir gerçek.
Günümüz teknolojisinde bir tümörün vücuttan alınması başarı olarak kabul ediliyor. Hâlbuki tümöre neden olan hastalıkla mücadelede başarı sağlanmamışsa bunun hiç bir önemi yok. Kanser tedavisinde başarı tespiti tam bir muammaya dönmüş durumda. Hastanın yaşam kalitesinin iyileşmesi, ömrünün uzaması, ağrılarından eser kalmaması, zinde hissetmesi, günlük yaşantısına geri dönmesi gibi nedenler başarı kabul edilmez oldu. Tümörün boyunun küçülmesi de bir şey ifade etmiyor, çünkü hala tümörün içinde hayati tehlike barındıran şeyler olabileceğini savunuyorlar. Hatta Laetril %100 kanseri iyileştirse bile onların takıntısı hala tümör. Kimin umurunda? Tümör hastalığın kendisi değil ki, sadece semptomlarından biri.
SAYFA-BOLUMU
1953’de Dr. Krebs, kanserin bakteri, virüs ya da toksinlerden değil, vücuttaki eksik gıda takviyesinden kaynaklandığını buldu. Bunu iyileştirecek ve doğada mevcut olan binlerce bitkisel tedavi üzerinde çalıştı ve sonuçta pek çok sebze ve meyve tohumu ya da çekirdeğinin faydalarını ispatladı. Bunlardan bazıları: acıbadem, kayısı, erik, yaban eriği, kiraz, nektarin ve şeftalinin yanı sıra buğday çimi, elma çekirdeği, ketentohumu, sorgum, mısır (darı) ve buna benzer modern insanın menüsünde pek yer almayan bir dolu besin… Doğal, anti-toksik, insan vücuduyla uyum içinde, su bazlı bu besinlere vitamin denmesi uygun görülmüş. Bahsi geçen vitaminlerin de B kompleksi içinde yer alan 17 ayrı vitaminden oluştuğu gözlenmiş ve adına B17 adı verilmiş.
Hepimizin kedisi köpeği olmuştur. Onları ihtiyaçları için dışarı çıkarmanın gerçek amacı aslında arkalarından kakalarını toplamak değil, doğada kendilerini iyileştirecek otları bulup yemelerini sağlamaktır. Bu yüzden koşa koşa çimlere üzerine doğru koşarlar. Ve seçerek yedikleri çimlerin içinde yüksek miktarda B17 vardır.
Daha önce hayatlarında görmedikleri halde, maymunlara bir meyve verdiğinizde yaptıkları ilk iş, içgüdüsel olarak, çekirdeklerine dek meyveyi itinayla yemesidir. Hayvanların hepsi içgüdüsel olarak besinlerdeki B17 içeren maddeyi yemeyi ihmal etmez, hatta başka bir canlıyı yediklerinde dahi özellikle bu besinlerin depolandığı yeri yemeyi tercih ederler.
Günde bir elma ile sağlık
İçerdiği C vitamini açısından hepimizin tercihi ve tavsiyesi olan elmanın kabuklarını soyar, çekirdeklerini de atarız. Oysa yukarıdaki slogan sadece çekirdekleri de yenen elmalar için geçerlidir. Çünkü elma çekirdeğinde kayda değer miktarda B17 bulunur. Büyükannelerimiz reçelini yaparken veya kış için kavanozlarken kayısı yada şeftalinin B17 yönünden bu kadar zengin olduğunu sanırım bilmiyorlardı, ama bildikleri bir şey vardı ki, o da torunlarına iyi geldiğiydi.
Rafine edilen, sentezlenen, pastörize edilen, suni market gıdalarının hepsi bu işlemlerden geçerken gerçek besin değerlerini kaybederler ancak tekrar paketlendikleri esnada sizi eksik olan şeylerin tekrar konulduğu şeklinde (zenginleştirilmiş) kandırırlar. Sonradan konulduğu söylenen şeylerin gerçekleriyle hiçbir alakası yoktur. Üstelik tehlikeli bile sayılırlar.
SAYFA-BOLUMU
Hunza Halkı
Ülkeleri inceleyecek ve orda yaşayan insanların yaşam sürelerini ve beslenme şekillerini araştıracak olursak çok enteresan gerçeklerle yüzleşiriz. Bunlardan biri de Himalaya dağlarının orda, Pakistan, Hindistan ve Çin arasında kalan topraklarda yaşayan Hunza halkıdır. Bu halk belki de dünya üzerindeki en sağlıklı ve uzun ömürlü insanlardan oluşur. Yüz yaşın altında ölenlere genç yaşta gitti gözüyle bakılır. Üstelik Hunza halkında henüz kansere yakalanan olmamıştır.
Beslenme şekillerini incelediğimizde, yedikleri besinlerin bizim yediklerimizden neredeyse 200 kat fazla B17 içerdiğini görürüz. Paranın geçmediği bu bölgede insanların zenginliği sahip oldukları meyve ağaçlarıyla ölçülüyor. Bunlardan en değerlisiyse kayısı ağacıdır. Kayısı çekirdeği B17 bakımından en değerli meyvelerden biridir. Onlara misafir olduğunuzda, size sundukları meyvelerin çekirdeklerini atarsanız büyük ayıp edersiniz. Bu ülkeye giden biri başından geçenleri kısaca şöyle özetliyor: “Bana taze toplanmış kayısı verdiler. Kayısı yedikten sonra çekirdeğini çıkarıp yere attım. Yaşlı bir amca eğilip çekirdeği aldı. Bir taşla ikiye yardı ve içini çıkarıp bana uzattı. En değerli yerini ziyan etmişim meğer.” Ortalama yaşın 85 ile 90 arası olduğunu öğreniyoruz. Bizde bu yaşa kadar yaşayan pek çok yaşlı var, ancak çoğu son 10-20 senesini ilaca bağımlı, elden ayaktan kesilmiş halde, hastalıklarla geçirirken, Hunzalar son anlarına kadar iş görür halde, neşe içinde yaşıyorlar. Bu insanlar ilaç sanayinin tabletlere koyduğu maksimum değerinden 7 kat fazla A vitamini tüketiyor. Üstelik aynı federasyon (FDA) kayısı çekirdeği yemenin sakıncalı olduğunu da ilan etmiş durumda. Hunza kadınları, yaşlarına göre çok genç gösteren cilt ve saç yapısına sahipler. Bu da yine kullandıkları kayısı yağından kaynaklanıyor. Anlayacağınız etinden, yağından ve çekirdeğinden faydalanıyorlar. Çinlilerde pirinç ne kadar önemliyse, onlarda da kayısı o kadar önemli.
Yine fareler üzerinde yapılan bir deneyde, farelere sıradan Pakistan ve Hint yemekleri yedirilmiş. Binin üzerindeki farede yapılan bu test sonucu, fareler her türlü göz problemi, ülser, tüy problemi, diş hastalığı, anemi, böbrek, kalp, mide ve karaciğer problemine veda etmiş. Klasik İngiliz yemeği yedirilen fareler ise kronik metabolik hastalıklara yakalanmışlar ve pek çoğunun sinirleri harap olmuş. Tüm bunlar hastalıklarda beslenmenin ne kadar önemli olduğunu kanıtlıyor.
Buğday Çimi
Kanseri engelleyen besinlerin başında buğday şırası geliyor. Klasik tedavi yöntemlerini reddeden tüm doktorların ortak iddiası, buğday çimi yenilmesi ve buğday şırası içilmesi. Evde kendiniz de buğday çimi yetiştirebilir, bunları düzenli olarak üstten tıraşlayarak suyunu çıkarabilir, hatta yiyebilirsiniz. Buğday müthiş bir kanser ilacıdır. Taze buğday çiminde, aynı ağırlıktaki portakaldan 60 kez daha fazla C vitamini ve aynı ağırlıktaki ıspanaktan 8 kat fazla demir bulunmaktadır. Buğdayın bir başka özelliği ise kandaki toksinleri etkisiz hale getiren maddeler içermesidir. Sıvı oksijenle dolup taşan buğday çimi, doğanın en güçlü anti-kanserojeni olan “Laetril” (B17) içerir.
B17 vücuda girdiğinde hidrojen siyanür üreterek kanserli hücreleri yok etmeye başlar. Salgılanan enzimlerin dokulara daha kolay ulaşabilmesi için buna ilaveten düzenli egzersiz yapılması ve alkali beslenilmesi gerekir.
En yüksek B17 kayısı çekirdeğinde bulunur. Bunun dışında nektarin, şeftali, kiraz ve erik de yüksek oranda B17 içerir. Ayrıca elma çekirdeği, üzüm çekirdeği, ahududu ve böğürtlen de B17 bakımından zengindir. Bolca B17 içeren besinleri aşağıdaki gibi sıralayabiliriz:
Meyveler: Böğürtlen, yaban mersini, kiraz, üzüm, dut, çilek, ayva, ahududu, şeftali, erik.
Sebzeler: Siyah fasulye, börülce, bezelye, nohut, ıspanak, tere, pancar, okaliptüs yaprağı, acıbadem, kaju.
Çekirdekler: Elma, kayısı, kiraz, darı, keten tohumu, armut, kabak çekirdeği.
Unutmayın elmayı, üzümü çekirdekleriyle yiyin. Kayısının çekirdeklerini kırıp içini yiyin.