Hayatımızda ne zaman değişiklik yapmak istesek, illa ki çok büyük bir farkındalık yaşayarak bir şeyleri değiştirebileceğimize inanırız ve başlarız o büyük farkındalığı aramaya.

Yapılacak olan değişiklik, bizim gözümüzde büyük olduğundan, bunun gerçekleşmesi için de illa ki büyük bir olay yaşamayı bekleriz.

Ne var ki bu, Bireysel Gelişim yolculuğumuza taş koyan büyük bir yanılgıdır.

Çünkü aradıkça tıkanırız, zorladıkça zorlanırız, önümüzden akıp geçen o önemli, minik minik bir sürü farkındalığı görmezden geliriz ve bu tutumumuzla aslında kendimizi farkındalığa kapatırız.

Oysa farkındalığın büyüğü küçüğü yoktur, sadece bize olan etkisinin dozu vardır, bize büyüklük küçüklük yanılgısı yaşatan.

Yıllar önce Leo Buscaglia’nın ‘Yaşamak, Sevmek ve Öğrenmek’ adlı kitabını okumuştum.

O yıllarda henüz 18 yaşlarındaydım ve bu kitap bana ilk büyük farkındalığımı yaşatmıştı.

Zaten kitabın adı bile beni etkilemeye yetmişti.

Yaşamak, Sevmek ve Öğrenmek !

Hayatın bir özeti gibi !

Çünkü ancak ‘gerçekten’ yaşamayı becerirsek, ‘gerçekten’ sevebiliyoruz  ve ‘gerçekten’ sevdiğimiz her şeyi kolaylıkla öğrenebiliyoruz!

Yazarın kitabına koyduğu isim, süper bir gözlemin en özet hali!

Kitapta yaşama dair ve insan ilişkilerine dair yer alan bilgilerin hiç biri yeni değildi, ama her biri yeniden hatırlamamız gereken çok basit bilgilerdi.

Bu çok basit örneklerden biri, hala gülümseyerek hatırladığım diş macunu örneğidir.

Bir sürü karıkocanın diş macunu tüpünü ortasından mı yoksa dibinden mi sıkacağı konusunda bile anlaşmazlık yaşayarak birbiriyle kavga ettiğini, oysa bu sorunun banyoya 2 ayrı diş macunu tüpü koyarak çözülebileceğini anlatıyordu.

Örnek çok basitti, ama öğreti çok büyüktü!

Banyoya 2 ayrı diş macunu koymak demek, partnerimizin davranışına saygı duymak demekti, ona anlayış göstermek demekti, onu kabul etmek demekti, ona sevgiyle yaklaşmak demekti, haklılık ve ikna savaşından vazgeçmek demekti.

Tüm bunları yaparken de, kendimizden fedakarlık yapmamak demekti.

Feda’nın getireceği kar beklentisine girmemek demekti, karşımızdakini değişime zorlamamak demekti.

Bu kitap bana, hayatın aslında ne kadar basit kurallarla işlediğini yeniden hatırlatan ilk kitaptı ve bendeki yeri, ilk olmanın ayrıcalığı ile her zaman özel kalacak.

Hayatımızda buna benzer o kadar çok ufak tefek olay var ki bize o büyük farkındalığı yaşatacak olan, yeter ki gözümüz, kulağımız, algılarımız açık olsun!

Çünkü ancak baktığımız yaşam penceresini değiştirdiğimizde, gördüğümüz manzara da değişiyor.

Yaşanan bir probleme çözüm ararken, ‘çözümü buldum’ dediğimiz an, aslında orada bir yerlerde daima var olan o çözümü bizim henüz gördüğümüz andır.

Zaten ‘aramak’ kelimesi, var olan bir şeyleri bulmak anlamındadır.

Aynen Amerika’nın keşfi gibi!

Christoph Colomb Amerika’yı keşfettiğinde Amerika hep oradaydı ama ancak keşfedildiğinde hayatımızdaki yerini almaya başladı, yoksa hiç kimse var olmayan bir kıtayı yaratmamıştı. Var olanı açığa çıkarmıştı sadece.

Aradığımız çözümler her zaman burnumuzun dibinde, onları çok uzaklarda aramak ise bizim kendi yanılgımız.

Yaşanan olayın içinde bizzat yer aldığımızdan, çoğu zaman objektif düşünemiyoruz ve kendimizi kapana kısılmış gibi hissediyoruz.

Yardım arayan gözlerle etrafımıza bakmaya başlıyoruz, zira o meşhur anlarda burnumuzun ucunu görmekten aciz oluyoruz.

Ama algılarımızı açık tutarsak ve farkındalıklarımızı büyük/küçük diye ayırmaktan vazgeçersek, daima oralarda bir yerlerde var olan çözüm, bize bir kitap aracılığı ile, filmdeki bir sahne ile ya da bir arkadaşımızın söylediği bir cümle ile bize ulaşır.

Bunun örneğini bu sitede yayınlanan yazılarda o kadar sık yaşadım ki, artık hiç bir şüphem kalmadı 🙂

Share This