“Aslında hepimiz birer Biobilgisayarız. Nasıl ve hangi koşullarda yaşadığımız, seçimlerimiz, ilişkilerimiz, davranışlarımız, sürekli tekrarlayan sorunlarımız, hatta hastalıklarımız, kısacası beğenelim ya da beğenmeyelim şu an sahip olduğumuz realite kodlarımızdan geliyor. Ve bu kodlar 0-6 yaş aralığı ve öncesindeki anne karnı döneminde yazıldı.”
Yukarıdaki cümleler ilk okuduğunuzda bir bilim-kurgu repliği gibi gelebilir ancak tamamı gerçek. 0-6 yaş döneminde olanı biteni Teta Durumu’nda öğreniriz. Gördüğümüz, duyduğumuz, hissettiğimiz, kokladığımız, öğrendiğimiz adeta sünger gibi emilir; doğru, yanlış her şey kayda geçer. Teta Durumu, yetişkinlikte ancak derin hipnoz altında yaşanır ve bu durumda her söylenen kesin telkindir. Kimini bilinçli zihnimizde hatırlarız ancak kayıtların çoğu bilinçaltındadır. Yaşamımızın çoğunu farkında olmadan bebeklik çağımızda edindiğimiz bilinçaltı kayıtlarıyla sürdürürüz.
Ruh, zihin ve beden sağlığının kısacası bütünsel sağlığın ve doyumlu bir yaşamın temellerinin de bu yaşlarda atıldığı net bir gerçektir. Bunun yolu ise Özsaygı’dan geçer. Özsaygı’yı oluşturan iki temel duygudan ilki olan değerlilik duygusu 0-2 yaş aralığında anne ya da anne yerine geçen kişiden kazanılır. Değerlilik duygusunu hiçbir koşula bağlanmadan, sadece var oluşumuzun onayını hissederek, sevilerek öğreniriz. Kız ya da erkek çocuk beklentisiyle mi dünyaya geldik? İstenmeyen, kaza kurşunu bir bebek miydik? Gelecek garantisi bir proje miydik? Duygularımıza yeterince saygı gösterildi mi? İnsanı tüm canlılardan ayıran, yaratıcılığın temeli, en özel yanımız olan duygularımızı yaşamamıza ne kadar izin verildi? Hangilerini bastırdık? Oysa ki gülmek, ağlamak, coşku, hüzün, yas, öfke, kızgınlık, aşk, sevgi ve bizi makinelerden farklı yapan tüm duyguları hakkıyla yaşayabildiğimiz ve sağlıklı ifade edebildiğimiz kadar İnsanızdır. Duygularımızdan uzaklaşırken, yavaş yavaş kendimize de yabancılaşırız.
Özsaygı’nın diğer yapıtaşı ise yeterlilik duygusudur. Yeterlilik duygusu bizim yaşamda karşılaştığımız sorunlarla baş edebilme gücümüzdür ve oluşmasında babanın rolü anneye göre daha fazladır. En çok geliştiği dönem 2-6 yaş aralığıdır. Bu dönemde yetenek ve becerilerimizin gelişmesine ne kadar izin verildiği ve desteklendiği ile yakından ilgilidir.
Gene aynı dönemde geliştirdiğimiz inançlar da pek çok açıdan şekillendirir bugün ki yaşantımızı. On üç yaşına kadar çocukların soyut kavramları algılayamadığı göz önünde bulundurulduğunda düşünmeden sarf edilmiş bir lafın, hatta şakanın çocuk zihninde yarattığı bambaşka anlamları ve bunların yetişkinliğe nasıl taşındığını eğitimlerimizde hayretle gözlemliyoruz. Para kazanmanın zor olduğuna ilişkin bir inanç kodladıysak, parayı zor elde ediyoruz. “Erkekler/kadınlar aldatır” inancı varsa kodlarımızda, yaşamımıza her seferinde bu inancı destekleyecek kişileri çekiyoruz. İnançlar, döngülerimizi oluşturuyor.
Bugün yaşadığımız sorunların tohumlarının yaşamımızın ilk yıllarında atıldığı bir gerçek olmakla birlikte, kader değil. Elbette geçmişi ya da bizim dışımızdaki kimseyi değiştiremeyiz. Ama kendimizi ve kodlarımızı değiştirebilme gücüne de her zaman sahibiz. Yeter ki kendimizi tanıyalım, anlayalım, farkında olalım ve adım atalım. Yazımı sevgili öğretmenlerim Saim Koç ve Nil Gün’ün Özsaygı kitabındaki son sözleriyle bitirmek istiyorum:
“İyi ki varsın” diyenleriniz çok olsun.
Betül Varol