“Hayatta insan, anne ve babasını seçemezmiş,” derler. Acaba birçoğumuz yanılıyor mu? Başlangıçta, çocuklar olarak belki seçimsiz gibi görünebiliriz ama ya sonra?!!!

Bir dönem bazı nedenlerden dolayı, “baba” kelimesi bana iyi şeyleri çağrıştırmayan, içi boş, anlamsız bir kelime gibi gelirdi.

İlerleyen zamanlarda ise öz baba ve üvey babadan başka farklı bir “baba”nın varlığı daha ortaya çıktı. Manevi Baba…

Manevi Baba derken “manevi” kelimesi bile başlı başına insana huzur veriyor. Bu yüzden ben ona, “Güven Koruyucusu” derim. Çünkü onun sancağında ancak güveni bulabilirsiniz. Onun karşınıza ne zaman çıkacağını asla bilemezsiniz. O, ancak Tanrı’nın planına göre hayatınıza girer ve ona bir gün kendiliğinizden gururla, “baba” dersiniz.

İşte o zaman o içi boş, anlamsız kelimenin anlamı birden değişir, içi dolmaya ve anlam kazanmaya başlar.  O hayatınıza girdiğinde, onun bu dünyada olma nedenini ve önemini görme fırsatı olur…

***

Evden ayrılıp bu şehre geldiğimde 18 yaşındaydım. Ayakta kalmam ve para kazanmam gerekiyordu. İlk iki sene, birçok işte çalışmıştım ama bir süre sonra da işsiz kaldım. Güne her uyandığımda kapıları tekmeler, sürekli şansımı zorlardım.

Kapılardan bazıları hiç açılmadı. Bazıları açıldı, içi çirkinlik doluydu. Bazılarında ise seyirci çoktu ya da dinleyici yoktu. Kimisi, “Senin gibi binlercesi var!” diye yüzüme çarpan kapılardı. Kimisinde yardım etmek istediler ama elden bir şey gelmedi. Çoğunda akıl veren boldu. Eve geri dönmem gerektiğiyle ya da neden dönmediğimle ilgilenirdi. Oysa bu benim sorunumdu onların değil. (Hala nasihat verenleri sevmem çünkü bu insanlar, her şeyi bildiklerini sanır. Nasihat vermeyi de sevmem, o insan hakkında her şeyi bilmediğimi bilirim.)

Kapılara yüklenmekten bezerdim ama yine de pes etmezdim.

Pes edecek gibi olduğumda ise ümitsizce eve döndüğüm bir gün, dolmuşta yanıma oturup sonra da sohbet ettiğim bir teyzenin sözü hep kulağımda çınlardı. “Kızım vardır bir ekmek kapın ama henüz sen göremiyorsundur. O kapının etrafında dolanıp duruyorsundur. Ve bir gün ansızın karşına çıkacaktır! Allah’tan ümit kesilmez, Allah hayırlısını versin.” Tanımadığım bu teyzenin sözüyle o umudu içimde yeniden yeşertir, onu büyütmeye ve kaybetmemeye çalışırdım.
 
“Tanrı, kuluna yardım ederken araya birçok aracı koyarmış ve bir şeyi ne kadar çok istediğini hep sınarmış!” derler. Tek isteğim güvenli bir işe girmekti ama… Derinlerde başka bir isteğimin daha olduğunun farkında değildim.

Bir gün, nasihat veren kapılardan birinde öfkeyle dışarı fırladım. Yolda, iki kişi karşıma çıktı, onlara elimdeki dilekçeyi gösterdim. Okudular ve birine gönderdiler. Oraya gittim ama maalesef yapabileceği bir şey yoktu.

Bunalmıştım.

Tam o kapıdan çıkmak üzereydim ki kapıdaki görevliye orada bulunan merdivenleri gösterip, “Buradaki en üst kişiye(!) ulaşmak için bu merdivenleri koşarak çıkmam mı gerekiyor?” dedim. “Hayır, tabiî ki öyle gidemezsiniz, nasıl yardımcı olabilirim?” dedi. Elimde, kısaca durumumu anlatan ve iş isteğine ait yazdığım dilekçeyi gösterdim.

Yönlendirdiği odaya girdiğimde orada iki kişi vardı. Bunlardan biri tesadüfen oradaymış! (Sonradan kızını yangında kaybettiğini öğrendim.) Dilekçem ellerinde gezmeye başladı. Bir ara odadan çıkan bu kişi, koşa koşa geri döndü. İşleri yoğun olan birinden randevu alındığını, ondan randevu almanın kolay olmadığını ve söylenen günde orada olmamı, eğer, “işi var,” diye geri göndermeye çalışırlarsa yine de görüşene kadar beklemem gerektiğini ısrarla belirtti.

İşte o gün, gittiğim kapılardan biri aralanmıştı!

Belirtilen gün ve saatte oradaydım. Bekleme odasına alındım. Bir kaç saat sonra biri gelip, “Bekleyecek misiniz?” dediğinde, bana öğretildiği gibi “Evet,” cevabını verdim. Bu bir süre aynı soru aynı cevapla devam etti.

Bekle demişlerdi bekleyecektim,  tek şansım vardı! 

Akşam olmuştu. Yedi-sekiz saattir oradaydım. “Acaba beni unuttular mı?” diye düşünürken içeri biri girip, “Buyurun, beni takip edin…” dediğinde heyecandan öleceğimi sandım.

Merdivenlerin sonunda bir kapı açıldı.  İçeri girdiğimde, ayağa kalkıp beni karşılayan güler yüzlü, babacan biriyle karşılaştım. “Hoş geldin kızım,” dedi ve gösterdiği koltuğa ürkekçe oturdum. Yanında, ayakta bekleyen biri daha vardı. Ne sıkıntım olduğunu sordu, elimdeki dilekçeyi uzattım. Kağıdı aldı, bir saniye baktı, tekrar katladı. İşte o anda korkum tekrar ortaya çıktı. “Beni geri gönderecek, bu kapı da kapanacak…”

O ise gülümseyerek, “Buraya kadar gelmişsin. Sen anlat kızım,” deyip kağıdı bana uzattı. Beklenmedik bu durum karşısında gözyaşlarımı tutamayıp anlatmaya çalıştım.

Annem babam boşanmıştı. İkisi de sonradan başkalarıyla evlenmişti. Ben de onların yanından ayrılmıştım. İki senedir tek başıma yaşıyordum. Maddi bir desteğim yoktu. Geldiğimden beri birçok işte çalışmıştım ama iki aydır işsizdim. Çalmadık kapı bırakmamıştım. İşe ihtiyacım vardı…

Anlattıklarımı hiç sözümü kesmeden dinledi. Bitirdiğimde ise tebessümle, bu süre içinde nasıl geçindiğimi, ne yiyip ne içtiğimi, borcumun harcımın olup olmadığını, nerede kaldığımı, adresimi, sadece bunları sordu.

Kötü günler için ayırdığım biraz param olduğunu, onunla idare ettiğimi, taksitle yakacak odun aldığımı sadece onun borcu olduğunu, tek göz bir oda da oturduğumu (aslında suyu, elektriği ev sahibinden alınan, tuvaleti dışarıda olan bir kilerdi) ve adresimi söyledim.

Yanındaki kişinin kulağına bir şeyler fısıldadı. Bunun üzerine dışarı çıkan o kişi, elinde bir zarfla geri döndü. Zarfı ona uzattı, tekrar odadan çıktı. Bana, “Tamam kızım, bir hafta içinde sana ulaşacağız ve endişelenme, bizden haber bekle… Bunu da al kızım. Borcunu ödersin, bir süre idare eder!” dedi.

Neler olduğunu bilmiyordum ama şaşkındım, utanmıştım. Birden, “Hayır, ben bunun için gelmedim, ben iş istiyorum, bana iş verin…” diye itiraz ettim. Param az da olsa bundan hoşlanmamıştım.

Kaşlarını çatıp, “Bunun için gelmediğini biliyorum kızım. Bak itiraz istemem, sen de bizim bir kızımız sayılırsın… Bu zarfı al yoksa beni üzersin! Hem bunu senin için değil kendim için yapıyorum. Bize de bir hayır lazım!” dedi, sonra da gülümsedi.

Ne kadar direndiysem olmadı, almak zorunda kaldım. Teşekkür ettim ve odadan ayrıldım. Artık haber bekleyecektim.

Oradan ayrılmak üzereyken mis gibi kokular gelen bir paket verdiler. Geç saatler olduğu için de görevlendirilen kişiler tarafından eve kadar bırakıldım. Eve geldiğimde neredeyse açlıktan bayılacaktım. Uzun zamandır ilk kez karnım tıka basa doymuştu.

Sonra da zarfı açtım.

İnanamadım, gözlerimden yaşlar akmaya başladı.

(O günün şartlarında çok yüksek bir paraydı, 2 ton odun alabilecek kadar!)

Ertesi gün o paranın bir kuruşuna ile dokunmadan bankaya yatırdım çünkü o parayı harcamaya kıyamadım. Nasıl kıyabilirdim ki?

Aradan bir hafta bile geçmemişti ki yönlendirdikleri bir kişi aracılığıyla işe başladım. Artık bir işim vardı. İşimi seviyordum ama tek sıkıntım, yılsonunda çalışanlara girdi-çıktı yapılmasıydı. Kendimi iş yönünden güvende hissedemezdim çünkü bir gün kapının önüne bırakılmaktan korkardım!

Eğer tek başınaysanız ve birçok şey yaşamışsanız, bu düşünce kaçınılmazdır.

O yüzden iş ilanlarını, sınavları takip eder, onun alt çalışanına haber verirdim. “…… ağabey, şurada sınav var, başvuru numaram bu, ne olur yardımcı olur musunuz?”… Ama ben, benim için yapılan planlardan habersizdim.

O günlerde, minnet duyduğum ve benden hiç bir şey beklemeyen bu insana yapabildiğim tek şeyi yapardım. Özel günlerde ziyaretine gider ya bayramını ya da yeni yılını kutlardım. Elimde küçük hediyelerle yanına gittiğimde bazen, “Kızım, paranı bunlara harcama, kendine harca…” deyip şakacıktan kızardı. Bazen de “Arkadaşlarına götür, onlarla paylaş,” der almak istemezdi.

Onun davranışlarını hayranlıkla izlerdim. Bir gün, geride bıraktığım öz ve üvey babaları düşündüm. Onların kapılarını ve yaptıklarını… Bir de bu insanı düşündüm.

Ta en başından beri onlardan ne kadar farklıydı!…

Aralarındaki o kocaman uçurumu gördüm. Nasıl bir yürek vardı bu insanda? Daha önce böyle bir insanla karşılaşmamıştım. Sözleriyle ve davranışlarıyla, ondaki iyi niyeti ve sorumluluk hissini görürdüm. Bu tür insanlar ancak filmlerde olurdu… Hayatımda böyle bir örnek yoktu ve o tekti. Evet, tek örnek! O, özel bir insandı.

İşte o zaman bir seçim hakkım olduğunu fark ettim. Bu hakkımı kullanabilir, babamı seçebilirdim. Karar verdim. Ve o gün, Babalar Gününde onu seçtim.

Artık o babamdı.

Ona kocaman bir buket yaptırdım. Kapıdan içeri girdim ve uzun bir süre kullanmadığım o kelimeyi ilk kez kullandım, “Babacığım, Babalar Gününüz kutlu olsun.” Bir an şaşırdı, ayağa kalktı, bana doğru yürüdü. Sarıldık, bir şey söylememişti ama ona “baba” dediğim için gururlanmıştı.

Çiçekleri gösterip gülümsedim, “Bunları da geri gönderecek değilsiniz ya?”

Omzuma elini koydu, “Hiç vazgeçmeyeceksin değil mi kızım?”… 

Neredeyse bir yıl dolmak üzereydi. Yine sınav için telefon açtığımda karşımdaki ses, “Hadi gözün aydın, burada sınav açılacak ve galiba seni buraya alacağız!” dedi. “İnanmıyorum, gerçekten miiiii?” diye çığlık attım. Büyük bir sürprizdi.

Birkaç ay sonra da oradaki yeni işime, 16 Ekim 1987 tarihinde başladım. (Tesadüf mü bilinmez ama bu tarih, hem hayatımın dönüm noktasıdır hem de 16 Ekim doğum tarihim olduğu için bana verilen en güzel, en özel hediyedir. Ama bu özel hediyeyi o zamanlar göremedim. Ta ki bir gün doğum günümü kutlamaya karar verene kadar… Zihninize kazınan olumsuz olaylar varsa iyi olanları bir süre görmekte zorlanırsınız!)

Sonra ev sorunum çıktı. Ev sahibi, o kilere bayağı iyi para istedi. O senelerde ev bulmak zordu çünkü ev sahipleri bekarlara ev vermezdi. Hem yalnız olmanın hem de bütçeme göre ev bulamamanın sıkıntısını çektim. Bunu öğrenen babam, ona da bir çare buldu. Geçici olarak onların gösterdiği yere taşındım.
 
Artık güvende hissedeceğim bir işim, geçici de olsa kalacak bir yerim vardı. O evde üç yıl kaldım ve bu maddi manevi toparlanmam için bana sunulmuş bir nimetti. Tüm bunların yapılmasına rağmen yine de benimle ilgilenmeyi hiç ihmal etmedi. Zaman zaman yanına çağırır, bir sıkıntım olup olmadığını sorardı. Konuşmalarımızda da “Bana bir şey borçlu değilsin!” dercesine bazen de o sözünü tekrar ederdi. “Kızım, bize de bir hayır lazım!”

Sonradan anladım ki babam, o işyerinin en üst makamındaki kişilerden biriymiş! Ve öğrendim ki o kapıya gittiğim günden beri durumumla ilgili konular sürekli gündeme gelir, yakın çevresine, “O çocuk bize emanet!” dermiş.

Babam ile yolculuğum beş yıl sürdü. Hiçbir zaman yaşamımla ilgili “neden”lerin peşine düşmedi. Onun varlığıyla geçen bu sürede, o an sorun ne ise onlara çözüm bulmaya çalıştı ve buldu da.

O, beni sürekli gözeten ve korumaya çalışan tek insandı! O, yaşadığı sürece bana daima kol kanat gerdi ve ölümünden sonra da kanatlarını hep üzerimde hissettim.

O, yolumu aydınlatan bir fenerdi. O, başlangıçta farkına varamadığım ama sonradan fark edeceğim, yüreğime ekilen özel tohumların ilk sahibiydi!

Onun sayesinde beklentisiz sevgiyi,
Onun sayesinde inancı,
Onun sayesinde dürüstlüğü,
Onun sayesinde güveni,
Onun sayesinde desteği,
Onun sayesinde sorumluluğu,
Onun sayesinde emek vermeyi,
Onun sayesinde saygıyı,
Onun sayesinde iyiliği,
Onun sayesinde cömertliği,
Onun sayesinde cesareti,
Onun sayesinde alçakgönüllülüğü,
Onun sayesinde merhameti,
Onun sayesinde umudu,
Onun sayesinde bir insanı dinlemenin önemini,
Onun sayesinde bir insana önyargısız bakabilmenin yüceliğini,
Onun sayesinde iyilik ile kötülük arasındaki uçurumu,
Onun sayesinde kapanan kapıların hayra olduğunu,
Onun sayesinde açılabilecek bir kapının hep olabileceğini,
Onun sayesinde gücün statüden değil, insan olabilmekten kaynaklandığını,
Onun sayesinde dünyada iyi insanların da olabileceğini,
Onun sayesinde hiç bir şey beklemeden yapılan şeyin “yardım” olduğunu,
Onun sayesinde yardıma ihtiyacı olan birine elinden gelenin yapılabileceğini,
Onun sayesinde istenirse bir insan hayatının değiştirilebileceğini,
Onun sayesinde bir duanın ruhları özgürleştireceğini,
Onun sayesinde manevi gücü,
Onun sayesinde tüm verilenler karşısında “şükretmeyi”, onunla öğrendim.

Bunlar, o günlerden kalan ve onsuz yaşamımda beni şekillendiren ve yavaş yavaş tüm zorluklara rağmen yeşermeye çalışan en değerli tohumlardı.

Çünkü O ve bu tohumlar hayatıma girmeseydi, hayat basamağında adımlarımı atmanın bedeli çok daha ağır olabilirdi.

Hayatıma dokunan ve “baba” kelimesinin anlamını değiştiren Manevi Babama minnettarım.

Ölümünden bir hafta önce, “Babacığım, hakkınızı ödeyemem… “ dediğimde, “Ben bir şey yapmadım kızım, her şeyi sen yaptın!” diye büyük bir mütevazılık gösteren, teröre kurban giden şehit babamı, minnet ve saygıyla anıyorum.

Babama;

Güven Koruyucum, Canım babam, “Babalar Günün” kutlu olsun.
 
O zamanlar, tek isteğim güvenli bir işe girmek de olsa bir yanımın güvenilebilir bir babaya ihtiyaç duyduğunu asla bilemezdim. Ölümünle çok sarsıldım ama bıraktığın hazineleri fark ettikçe hep şükrettim.
Tanrı seni karşıma iyi ki çıkardı.

Açtığın kapı ile ben de iki kardeşime kapı açarak
onları o evlerden(!) uzaklaştırdım.

Sen sadece benim değil onların da hayatlarını değiştirdin. 

O gün verdiğin para ise damlaya damlaya küçük bir ev oldu.
Ve o kapıdan 20 yıl ekmek yedim.

Dayanıklılık madalyasıyla da(!) bu sene emekli oldum.

Ruhun şad olsun İsmail Babam… İyi ki yaşamıma girdin…

İyi ki seni seçtim…

İyi ki benim BABAM oldun.

Umarım ben de sana layık bir evlat olmuşumdur.

Mezarlıkta bana söylediğin o sözü de hiçbir zaman unutmayacağım.

Hayır dualarım daima seninle…

Seni çok seven kızın Meryem

 

Share This