Hayatın neresinde olursanız olun illa ki kendinize şu soruları sormuşsunuzdur:
Kimim ben?
Niye buradayım?
Buna vereceğiniz her türlü cevap “ego” tarafından verilecektir. Egonuz sizinle mücadeleye girişir ve sizi ancak korkuyla yönetmeyi başarır. Aslında olmadığınız gerçeğine varacakken, egonuz bunun bir saçmalık olduğunu fısıldar. Egonuza şu soruyla cevap verin: “Peki bütün bunlar saçmalıksa, korkacak ne var ki?”
“O, kişilik sahibi bir insan!”
Durup baktığınızda kendiniz oluşla (ben var mıyım, neyim?) alakalı ne görüyorsunuz? Sıralayın. Sıraladıklarınız sahip olduğunuz birtakım özellikler mi? Bu özellikler kişiliğinizi belirleyen şeyler mi?
Aynanın karşısına geçtiğinizi düşünün. Bir görünmezlik hapı yutun ve tamamen görünmez olun. Artık aynada sadece arkanızdaki duvarın yansıması var. Şimdi bir de ses tellerinizin olmadığını düşünün. Ne görünüyorsunuz, ne de sesiniz çıkıyor. Peki, kişiliğinizi belirleyen şeylere ne oldu? Sizi siz yapan özelliklere? Siz hâlâ aynı siz misiniz? Hâlâ aynı utangaç, patavatsız, kendini beğenmiş, mütevazı, zayıf, şişman, güzel, çirkin, akıllı, tembel siz misiniz? Size ne oldu?
Siz aynı sizsiniz… Kişiliğiniz sadece zihninizin inşa ettiği bir illüzyondur. Siz ( ve aileniz, çevre, toplum, deneyimler) kim olduğunuzu belirlemek için onu beraber yarattınız. Kim olduğunuz, hakkınızda yaratılan önemsiz inanç ve yargılardan ibarettir.
Egosu daha yeni yeni oluşan küçük kıza ebeveyni (diyelim ki babası) sürekli aptalın teki olduğunu söylüyor (sözleriyle ya da davranışlarıyla). İleride bu kızı nasıl bir dünya bekliyor olacak? Her türlü sosyal ortamda muhtemelen derinden gelen bir işe yaramazlık duygusu; aptal ve sıkıcı olduğu inancı taşıyacak. Bütün bunlar kendi hakkındaki gerçekleri yaratacak. Peki bütün bunlar onun hakkındaki gerçekler mi? O kötü bir kız mı? Aptal mı? İşe yaramaz mı? O böyle düşünüyor. Babası öyle düşünüyor. Ama doğru olan bu mu? Hayır… Bu, zihinsel olarak konumlandırma ve programlama yoluyla inşa edilmiş bir inanç sadece. Sadece inanışlardan ibaret. Zihnin illüzyonundan başka bir şey değil. Gerçek değil. Peki, bu kız, tam tersine, kendisinin akıllı, değerli ve eğlenceli bir insan olduğunu düşünseydi. Doğru olan bu mu olacaktı? Hayır… Bu yine zihninin yarattığı bir illüzyon olacaktı; o da buna inanacak ve o olacaktı.
Siz kişiliğiniz değilsiniz. O zaman olduğunuzu düşündüğünüz “siz” nesiniz? Gerçekten var mısınız? Siz gerçek misiniz?
Peki siz zihninizin yarattığı bir illüzyonsunuz diyelim. Kendinizi tanımlarken, kişiliğinizi oluşturan özellikleri sıraladınız. Tüm bu sıraladıklarınızın ait olduğu şeyi tanımlayın. Bulduğunuz ne? O şey gerçekten var mı? Gerçek değilse düşüncenizin bir ürünü mü? Düşünceler ise çok enteresan. Sadece bir kerede bir şey düşünebildiğimiz halde, ona kolektif bir varlık belirleyip “zihin” dediğimizi fark ettiniz mi? Zihin gerçekten var mı? Varsa neden aynı anda sadece tek bir şey düşünebiliyoruz da, birden fazla şey düşünemiyoruz?
Test edelim: 1) Önünüze bir nesne koyun ve onu düşünün. 2) Bir anınızı ya da filmden bir sahne düşünün. 3) İki düşünceyi aynı anda düşünmeyi deneyin. Her iki düşünce aynı anda oluşabiliyor mu? Yoksa önce birini sonra diğerini şeklinde sırayla mı düşünebiliyorsunuz?
Düşüncelerin gerçekle bir bağlantısı yoktur. Nesneye bakarken yaşadığınız bir anınızı düşünebiliyorken, nesne görüş alanınızda durmaya devam ediyor, o değişmiyor. Bu esnada düşünceler değişmeye devam ediyor ve orada olmayan bir şeyle bağlantı kurup onu var edebiliyor. Nesne değişmiyor çünkü gerçekle bağlantısı olan şey aslında o.
Sizce de sadece düşünceler değil, aynı zamanda eylemlerimiz de beynimiz tarafından önceden programlanıyor mu? Bacakların nasıl yürüyeceği, kasların nasıl kasılacağı, ağzın nasıl çiğneyeceği, gözlerin nasıl göreceği, kalbin nasıl atacağı talimatını veren bir “siz”den bahsedebilir miyiz? Acıktığınızda ne yiyeceğinize nasıl karar veriyorsunuz? Susadığınızda içecek bir şeyler bulmak önceden programlanmış otomatik güdüler değil mi? Bütün bunlar sadece geçmiş deneyimlere bağlı öğrenimler değil mi? Hareketlerimiz sadece nihai bir karardan ibaret değil mi? Bu programlama öylesine karmaşıktır ki, sizi var eden de sakın o olmasın? Bu yazıyı okurken, hem yazıyı okuyup, aynı zamanda da kendinizi yazıyı okurken düşünebiliyor musunuz? Yoksa “ben” sadece harekete geçtikten sonra mı var oluyor? Duygular yükseldiğinde, bunların bir “ben” tarafından sahiplenilmesi mi gerekiyor? Yoksa kendiliğinden mi türüyor? Düşünce hali hazırda var da, “ben” hazıra mı konuyor?
Peki, ben yok’um, düşünce yok, zihin yok, ruh yok da ne var? Neyiz biz?
Siz bir düşünün önümüzdeki sayıda buluşalım…