5 Kardeş Geliyor!
Ateş-Toprak-Maden-Su-Ağaç
Beş Dönüşüm ya da Beş Cevher (İngilizcede 5 Element diye geçer) doğu tıbbının enerji sistemleri ve Geleneksel Çin Tıbbından da önce keşfettiği çok önemli bir döngüdür. Bruce Willis’in oynadığı Fifth Element ve Cem Yılmaz’ın “Tahta.. zoruna mı gitti?” esprisini yaptığı Gora filmlerinden bildiğiniz şeyler.
Her ne kadar aşağıda zihinsel ve duygusal döngüleri yazacak olsam da aslında Çinliler asırlar boyunca bu döngüyü hayatın her evresine uyarlamışlar. Örneğin iş için şu şekilde kullanmışlar: Her şey ateşle başlar. Yani önce bir fikir gelir aklınıza. Sonra toprak olur, yani fikirleriniz daha somut hal almaya başlar. Taslakları hazırlar, ilk girişimleri yaparsınız. Madende bu fikri işlemeye ve hayata geçirmeye başlarsınız. Dükkanın kapıları açılmaya başlar. Su artık akmaya başlar; akıştasınızdır. Müşterileriniz gelmeye başlar, dükkan iş yapar hale gelir. Ağaç ise artık meyvelerini vermeye başlamıştır. Kazancınız artar ve rutin denge kurulmaya başlar. Ağacın meyveleri ve yaprakları toprağı besler. Böylece yeni yatırımlar da yapabilirsiniz. Yani anlayacağınız döngü kendi içinde hep birbirini destekleyip besler.
Ateş: Kalp, dolayısıyla kan dolaşımı ve ince bağırsağı içerir. Kalp büzüşmüş haliyle yang iken, ince bağırsak yayıldığı geniş alanla beraber yindir. İki organ da birbirini besler. İkisi el ele verip bir sonraki dönüşüm olan toprağa enerji aktarırlar. Ateş tüm organların ana kaynağıdır. Tüm organlara yaşam enerjisi verir.
Bu dönüşüm sevgi, mutluluk, tatmin ve hayattaki eğlenceyi deneyimlemeyle alakalıdır. Bu dönüşümün içine aynı zamanda Üçlü Isıtıcı dediğimiz meridyen de dahildir. Dolaşımı simgeleyen bu dönüşümde, damağa değdirilmesiyle Du ve Ren meridyenlerini birleştirip enerjinin mükemmel akmasını sağlayan dil de bu dönüşüme aittir.
Üçlü ısıtıcıda sorun yaşayan insanlarda aşırı tepki verme, durduk yerde kendini savunmaya alma, sürekli tetikte olma, mükemmeliyetçilik, çok konuşup karşı tarafın konuşmasına izin vermeme, alerjik durumlar, hassas cilt ve çabuk gıdıklanma görülür. Çigong çalışmaları esnasında bu tip özelliklere sahip öğrencilerin çok kısa bir sürede bu sorunlara veda ettiğine şahit olmuşumdur.
Kalpte sorun yaşayan insanın ise çoğunlukla sevilmekle alakalı sorunu vardır. Aşırı stres altında ve yeterince sevilmediğini düşünen insanlarda kalp sorunları yaşanır. Neşeyi temsil ettiğinden, kalpte sorun yaşayan insanların hayatta ilham alacakları ve yön tayin edecekleri pek bir şey kalmamıştır. Bazen de kalp krizi geçirdiğinizi sanırsınız ama asıl problem ince bağırsaktadır ve ondaki enerji blokajı kalbe basınç yapmaktadır. Kalple ilgili sorunları da Çigong’daki şifa veren ses tonlamalarıyla çözebiliyoruz. Bu titreşim kalbin ritmini düzene sokar ve enerji blokajlarını kaldırır.
Toprak: Mide, dalak ve pankreası içerir. Maden için enerji üretir. Gelecek endişesi, konsantrasyon ve sindirim sorunu yaşayan ve beyni gereğinden fazla çalışan, bu yüzden uykuya bile rahat dalamayan insanlarda genellikle bu organlarda sorun yaşanır.
Pankreas hayattan tat almakla alakalıdır. Bu eksiği gidermek için insanlar hayattan alamadıkları tadı şekerden almaya kalkıp bol şeker, tatlı ve çikolata tüketmeye başlarlar. Bu da şeker hastalığının yolunu açar.
Her ne kadar sindirim denince akla mide ve bağırsak gelse de sindirim doğrudan dalağın sağlıklı çalışmasına bağlıdır. Dalak kandaki ölü hücreleri temizler ve kana lenfosit sağlar. Batı tıbbında ilk fırsatta ameliyatla alınsa da doğu tıbbında yaşam enerjisi için en önemli organlardan biridir. Dalaktan çıkan Çi enerjisi besinlerin hareketini yönlendirir.
Bağırsaklardaki trafik akışı için gerekli enerjiyi sağlar. Besinlerin kana ve dolayısıyla tekrar Çi enerjisine dönüşmesine yardımcı olur. Akciğere gönderdiği Çi ile solunumu düzene sokar. Şimdiye kadarki ezberleri bozduğumuzun farkındayım, ancak binlerce yıllık kadim bilgilerin yansıttığı gerçekler bunlar. Dalakta sorun yaşayan insan bir şey için çaba göstermenin manasız olduğuna ve çalışmanın boşa kürek çekmek olduğuna inanır. İsmi tembellikle özdeşleşmiş roman kahramanı Oblomov gibi bir hayat sürmeye başlar.
Midenin sindirim görevi olduğu düşünülür. Doğrudur ama asıl görevi vücudun asit-baz dengesini sağlamaktır. Bunu nasıl mı yapar? Yediğiniz her besini algılayıp o besin için ne kadar asit salgılayacağını hesaplar. Bu yüzden besinlerin yerken birbiriyle karıştırılmaması söylenir. Örneğin protein ve karbonhidrat… Normalde mide derki: “Aaa et geldi, ben buna -misal- %70 asit salgılayayım”; sonra da der ki “Aman da pilav gelmiş, ben buna %30 asit salgılayayım.” İkisi birlikte yendiğinde ne yapacağını şaşırır ve kimse darılmasın diye kardeş kardeş yarı yarıya asit salgılar. Böylece ete yeterince asit salgılayamadığı için et sindirilemez ve bağırsak duvarlarına yapışır. Et yemek zaten insan anatomisine aykırı olduğu için ve bizler yeterince çiğnemeyi de bilmeyen ve büyük lokmalar yuttukça daha fazla haz alan insanlar olduğumuzdan iki kere zarar görürüz. Bunu ileriki yaşlarda kolon kanserlerine dek varan ciddi hastalıklar takip eder.
Alkali beslenme (daha önceki Kanseri Yenmek başlıklı yazımı okuyabilirsiniz) ile vücudun asit baz dengesini kurabilir ve daha uzun ve sağlıklı bir yaşam sürebilirsiniz.
Maden: Metal diye de bilinir ama bana göre Maden en doğrusudur; zira toprağın içinde dönüşüme uğrayan maddeler maden olarak bilinir. Toprağın altından maden çıkartırız. Bu dönüşüme ait organlar akciğer ve kalın bağırsaktır. Solunumu temsil etmeleri ve solunum yollarında yer almaları nedeniyle bu dönüşümün içinde deri ve tüyler, boğaz, dişler, burun ve sinüsler de yer alır.
Çoğu zaman cilt sorunları yaşadığımızda cildiyeciye gideriz. Bu sadece yüzeysel bir yaklaşımdır. Sorunun asıl kaynağını çözmez ve deri üzerine maruz kaldığınız kimyasal bileşimlerle (kortizon vb.) daha da vahim bir durum ortaya çıkar. Sorunun kaynağı aslında organlardadır. Kalın bağırsağında mayalanma, parazit ya da enfeksiyon olan insanlarda mantar ve benzeri cilt hastalıkları görülür. Yapılması gereken ciddi bir testten geçmek ve dahiliyeciye görünmektir.
Akciğer kana oksijen sağlayıp karbon monoksiti atar. İçe çekilen her oksijen doğu tıbbında kazanılan Çi enerjisidir. Bu yüzden doğru nefes alma teknikleri büyük önem taşır. Ciğerlerimiz yeterince çalışamazsa atılamayan karbon monoksit içerde kalır. Hücreler yeteri kadar oksijen alamaz. Nefes alıp vermek bir nevi vücut egzersizidir. Egzersizden mahrum kalan vücut gerilmeye başlar ve sırt ve omuz ağrıları baş gösterir. Yeteri kadar oksijen girmeyen bedenlerde öksürük ve soğuk algınlığı sıkça baş gösterir.
Kalın bağırsak atık maddeleri vücuttan uzaklaştırır. Atılamayan fazla enerji bu tip insanlarda müzmin tatminsizlik yaratır. Bu kişiler hiçbir şeye gereken değeri vermez; buna sevdikleri de dahildir. Görmezden gelmeleri, unutmaları ve bırakmaları gereken şeyleri takıntı haline getirirler ve sonunda yalnız kalmaya mahkum olurlar.
Bu dönüşümün duygusal belirtileri derin ve ani üzüntüdür. Yıllarca sigara içmesine rağmen ciğerleri pırıl pırıl olan bir insan ani bir üzüntüyle dakikalar içinde akciğer kanseri olabilir. Üzüntüsüyle vedalaşmak yerine buna yapışıp kalan ve üzüntüye bağımlı hale gelen, takıntı yapan insanlarda kalın bağırsak problemleri yaşanır. Terk edilemeyen her duygu ve düşünce vücuttan atılamayan besinlerle özdeşleşir. Hayatta hazmedemedikleriniz yüzünden bağırsaklarınızda hazımsızlık yaşarsınız.
Maden suya dönüşür.
Su: Suyla alakalı bütün organları içerir. Böbrekler, mesane, üreme organları, meme, kulak ve saçlar bu dönüşüme dahildir. Böbrekler asırlar boyunca Çinli komutanlar ve tapınak koruyucuları tarafından en çok önem verilen organ olmuştur.
Böbrekler kanı süzerek pislikten arındırır. Yani iyi, kötü ve zararlı şeyleri birbirinden ayırt eder. Bizler de kendi hayatımızda bu şekilde duygularımızı kullanırız. Ancak böbreklerde sorun varsa bu muhakemeyi yapmakta zorluk yaşarız. Önceden göremediğimiz ikilemler bizi şaşkına çevirir. Bu paranoyaya kadar gider.
Sadece ve sadece iki tür duygu vardır. Biri sevgi diğeri ise korkudur. Bunu Birey Ruhu yazımızda işlemiştik. Korku da böbreklerle alakalıdır. Öfke ve benzeri her türlü negatif duygu korkunun birer türevidir. Bu yüzden korkularını yenen herkes diğer tüm olumsuz şeyleri de yenebilir, cesaretini toplar ve yaşama sevinciyle dolar. Korkularının üstesinden gelemeyen insanlarda böbrek üstü bezlerinin salgıladığı aşırı hormonla stres diz boyu olur. Depresyona girer, doktor doktor dolaşır, sizi uyuşturan ve ruh gibi dolanmanıza yol açan ilaçlara maruz kalırsınız. Korkular böbreklerde taş oluşmasına da neden olur. Böbrekler iradenin yönetildiği yerdir. Böbrekleri zayıf olan ve korku içinde olan insanlarda irade eksikliği vardır. Korku içinde olan insanlarda yine her türlü şeye karşı isteksizlik başlar. Buna cinsel isteksizlik de dahildir. Bunun yanı sıra iştahsızlık, duyma ve hafıza kaybı, kilo problemleri de cabasıdır. Böbrekleri güçlendirin. Bu size hayatın her alanında pek çok artı sunacaktır. İş yerinizde daha cesur kararlar almanıza, ilişkilerinizde daha rahat olmanıza ve mutlu bir birey olmanıza yarayacaktır.
Kulak geldi birden aklıma. Korkular duymak istemediğiniz haberlere karşı kulaklarınızı kapatmaya başlar. Bu da duyma kayıplarına ve iç sesinize karşı duyarsızlaştığınız için de çınlamaya yol açar. Aklıma gelmşken söyledim.
Suyla alakalı bu organları mutlu etmek için de bol bol su için; zira organlardaki her türlü hastalık susuz kalmanızdan kaynaklanır.
Su ağacı besler.
Ağaç: Karaciğer ve safrakesesi ayrılmaz ikilidir. En ufak bir sorun yaşadığınızda ticarethane haline gelmiş hastanelerimizde hemen safrakesenizi almaya kalkarlar. “Sigorta ödüyor canım sorun yok” diyerek de bir güzel ikna ederler. Hatta safra kesesini aldırana çeşitli kampanyalar da yaparlar. Ne bileyim bademciklerinizi de bedava alırlar filan. Gülmeyin bunlar gerçekten yaşanan şeyler. Üstelik derler ki “Zaten vücudunuz için gereksiz bir organ; olmasa da olur.”
Vücudumuzdaki her organ özene bezene yaratılmış ve bir bütünün ayrılmaz parçalarıdır. Her birinin hem kendi için hem de bir diğer organlar için çok ama çok önemli görevleri vardır. Enerji olarak da birbirlerini beslerler. Birinin az yada fazla çalışması bir diğerini olumsuz etkileyebilir. Bu yüzden batı tıbbının hem bilgi olarak hem de ahlaki açıdan alacağı gerçekten çok yol vardır.
Evet, öfke! Karaciğerin bir numaralı düşmanı kin, nefret, affedememe duygusu, kızgınlık ve öfkedir. Kronik öfke karaciğeri zamanla bitirir. Yada karaciğerdeki bir problem kronik öfkeye neden olur. “Öfkeden gözüm karardı ne yaptığımı bilmiyorum.”, “Öfkeden tırnaklarını bilemek.” Evet, gözler ve tırnaklar da bu dönüşümün içinde. Gözlerinizde problem varsa göz doktoruna gidersiniz. Hiçbir zaman göz doktoruna giderek gözleri iyileşen insan olmamıştır. Gözlük takar, daha sonra numaraları artar ve gözlük değiştirmek için gitmeye başlar. Tırnaklarında problem olan insanların da çoğunlukla asıl problemi karaciğerlerindedir.
Karaciğer beden gücünü temsil eder. Karaciğeri zayıf kişi güçsüz düşer, çabuk yorulur. Karaciğerin görevi kanı zehirden arıtmaktır. Bunu yapamadığı zaman kan zehirlenmeye başlar. Hepatit gibi hastalıklar ortaya çıkar. Aynı şey zihinsel durum için de geçerlidir. Duygularınızı gözden geçirip, zihninizi zehirleyen zararlı düşüncelerden kendinizi arındırmazsanız bu zehir sizi öfke, kin ve nefret içinde yok etmeye başlar.
Organların görevlerini üstü kapalı bir şekilde görevi şudur budur diye bilip geçmeyin. Sindirim dediğiniz şey her gün yaşadığınız duygularla alakalıdır. Hayatınızı sürdürmeniz için gerekli deneyimleri alma, mutluluğunuz için gerekli olan şeyleri özümseyip, sizi mutsuz edecek alışkanlık ve deneyimleri içerde tutmadan kendinizden uzaklaştırmak beden-zihin ilişkisi ile alakalıdır.
Hepinize yaşam enerjiniz yüksek, tüm hücrelerinizin sevgi ve neşeyle dolu olduğu bir yıl dilerim. Dengede kalın. Çi sizinle olsun…