Stresli bir ilişki ya da durum bizi dengemizden edebilir, biz de o zaman bir an önce o ilişki ya da durumdan kaçmak isteriz. Çatışmadan kaçınmaya alışkın biriysek kaçmaktan başka çözüm göremeyiz. Kalıp işleri yoluna koymaya çalışmak, kaosla baş etme biçimimizde çok büyük bir değişiklik yapmamızı gerektirebilir. Öz düzenleme (self-regulating) stres kasırgalarıyla sakince baş etme kapasitesidir. Kaygımızı yönetmeyi öğreniriz. Bir sorunu çözmek ya da onu geride bırakmak için gerekenleri yapmakta sebat ederiz. Öz düzenleme sadece o anki stresle başa çıkmamızı sağlamakla kalmaz. Ne zaman bir kaosun ardından tekrar kendimize gelsek beden-zihnimizde biz farkında olmadan ve otomatik olarak gerekli onarımlar ve entegrasyonlar meydana gelmeye başlar. O noktadan bakınca hem burada olanı hem de öteleri algılayabiliriz. Hatta içimizde bizi bir sonraki fırtınada terk etmeyecek olan bir cesaretin açığa çıktığını hissedebiliriz.

Öz düzenlemenin -ve öz yatıştırmanın (self-soothing)- en iyi uygulandığı an stres ve tepki arasındaki bilinçli farkındalık anıdır. Bilinçli farkındalık, yargılarımıza, korkularımıza ya da başka türden dikkat dağıtan unsurlara kapılmadan şimdi, burada olana dikkat vermektir. Yargılarımız ya da korkularımızın üzerinde durmaz, sadece biz sakince nefes alışımıza geri dönerken geçip gidişlerini izleriz. Düşüncelerimizi ne ciddiye alır ne de reddeder; soluğumuzla birlikte akmalarına izin veririz. Gidişe imkân tanırız! Hayatta karşımıza çıkan mutsuzluk verici ya da çözümsüz bir sıkıntıda da bunu yapmak bizim için iyi olacaktır.

Bilinçli farkındalık içeren anlarda Dharma bütünüyle açığa çıkar. Hem dinginliği hem de kaosu, hem cesareti hem de korkuyu kapsayan gerçek doğamızı görürüz. Başımızın etini yiyen düşüncelerimizi ya da içsel olumsuz konuşmalarımızı yalnızca zihinsel olgular, kâğıttan kaplanlar olarak algılarız. Seçim yapma sürecimiz üzerinde bir etkileri kalmaz. Böyle farkındalıklı anlar aldatıcı sözler, dilekler ya da düşünme alışkanlıklarından ziyade çıplak gerçeklere sadakati temsil eder. Bilinçli farkındalıkla duraksamak ve şahitlik etmek bizi kabul, cesaret ve bilgelikle ilgili şu meşhur duanın bu üç adımından aşama aşama geçmeye yöneltir. Olanı kabulle başlar, olanı değiştirmeye geçer, oradan da olacaklara dair bilgece bir yaklaşım geliştiririz:

Olanlara dair gerçekliği kabul ediyorum.

Mevcut sıkıntıyla ilgili elimden gelen her şeyi yapıyorum.

Bir sonraki olayda da yine elimden geleni yapacağım.

Bu şekilde, değiştirebileceklerimi değiştirecek cesareti onaylayarak ve amaç edinerek yola devam edeceğim.

Değişim yaratmaya yönelik tüm yollar kapandığında da olana evet diyeceğim.

Bunu yapabilmek için bana gereken lütfu almaya kendimi açıyorum.

Değiştiremeyeceğim şeyleri kabul edecek dinginliğe sahibim.

Daha önce fark etmediğim yeni bir kapı mutlaka açılacaktır.

Bu kapı, farkındalık ve bilgelikle davranmamın ödülü olacaktır ki böyle davranmak zaten spiritüel hedefimdir.

Bilinçli farkındalıkla duraksama o kadar muhteşem bir ironi içerir ki… Bilinçli farkındalıkla durur ve bu şekilde bir sonraki adımımızı atmaya hazır oluruz. Aynı anda hem durgunluğu hem hareketi, hem tetikte olmayı hem de sükûneti yaşarız. Beden-zihin-kalbimizde aydınlanma nitelikleri fark ederiz. Ruhsal olarak bu aydınlanmak, uyanmak, içimizdeki ışığın farkına varmak demektir. Psikolojik olarak da kendimize güven duyma yoluna adım atmışızdır. “Bir sonraki adımı atmak” her zaman plan yapmayı gerektirmez. Bazen sadece hem sükûneti hem de eylemi içeren bilinçli farkındalığa açık olmak yeterlidir.

Bilinçli farkındalık sayesinde ilişkilerimizdeki benmerkezciliğimizden de kurtulabiliriz. Ego kontrolünde yürüyen bir ilişki yıkılmaya mahkûmdur. Sadece egonun yokluğunda güvenli bağlanabiliriz. Egodan böylesi bir özgürleşme bizi farkındalıklı iletişime taşır:

  • Karşı tarafı bir şeye mecbur etmeksizin ihtiyaçlarımızı ifade ederiz.
  • Fikrimizi sadece bir kez söyler, karşı tarafa kabul ettirmeye çalışmayız. Herkesin farklı bakış açısına sahip olduğunu biliriz.
  • Akıllıca muhakeme ve değerlendirme yapar, yargılamaktan kaçınırız. Yargılamak, başkalarını küçümsemek ve kötü olarak etiketlemektir. Bu da onlarla aramıza mesafe koymak anlamına gelir. Ayrıca onları kendi katı standartlarımıza tabi kılmaya çalıştığımız için kontrolcülük de söz konusudur. Değerlendirme yaptığımızda ise nesnel bakar hem avantajları hem de kısıtları görürüz. İzlenimlerimizi paylaşır, fakat bunu yaparken başkalarını haksız çıkarmayız. Hepimizin içindeki değerlendirici arketipi sağlıklıdır. Yargılayıcı arketip ise sadece bu işi yapmak üzere seçilmişler için meşrudur.
  • Bilinçli farkındalığın temel özellikleri sevginin de özellikleridir: burada ve şimdide olmak, suçlama, kontrol ya da yargılama gibi olumsuzluklar barındırmamak, drama yerine dinginlik içermek.

 

Öz yatıştırma ve öz düzenlemeye götüren bir başka yol her neslin ve herkesin bildiği bir yoldur. Çağlar boyunca edindiğimiz tecrübeler sonucu biz insanlar stresimizi şiir, resim, müzik, dans yoluyla dengeleyebileceğimizi öğrendik. Evet, sanat yoluyla harika bir şekilde öz düzenleme yapabiliriz. İster biz yazmış olalım, ister başkası yazsın, bir şiir üzerimizde sakinleştirici etki yaratabilir. Bir sanat eserine bakmak ya da yaratmak, her şeyin uyum içinde olduğu kalp-ruhumuzla bağlantı kurmamıza olanak verir. Sanat söz konusu olduğunda kaçmayız. Sanat yoluyla başka hiçbir şekilde erişemeyeceğimiz yüksekliklere uçarız.

Sanat demişken Carl Jung’un Anılar, Düşler, Düşünceler’de söylediklerini hatırlayalım: “Duyguların altında yatan belli imgeleri açığa çıkarmanın terapötik açıdan ne kadar faydalı olabildiğini öğrendim.” Korkumuz, öfkemiz, üzüntümüz ya da neşemizin içinde sakladığı imgelere kendimizi açabiliriz. Bir hissin içine gömülmüş bir imgeyi açığa çıkarmak için hayal gücümüzü kullanabiliriz. Bu imge, semboller hakkındaki bir kitaptan gelmez; o bize hastır. Bir şeyler hissettiğimizde imge üreten zihnimizi kullanarak bunun pratiğini yapabiliriz. Hissettiğimiz şey çoğunlukla bir metafora dönüşür: “Bir kedi kadar gerginim.” Sonra o kediyi görür, duruşunu, renklerini, görüntüsünü fark eder ve bunların bize bir şeyler söylemesine izin veririz. Alice Harikalar Diyarında’yı ve Alice sıkıntı ya da kafa karışıklığı yaşadığında ona yardım eden Cheshire kedisini anımsarız. Alice’in sırıtan kediyle diyalogu hayal âleminin gücüne dair bir metafordur: zihnimizde -ya da havada- canlanan bazı şeyler illüzyondur; ama onlar bazen gerçeklerden daha gerçek, sıradan bilgelik anlayışından daha bilgedir. Üstelik de gizemli bir sırıtışa sahiptir.

Doğada zaman geçirmek de benzer şekilde öz yatıştırıcı ve öz düzenleyicidir. Bir şelaleyle baş başa kaldığımızda, günlük hayatta olmayan bir şey olur. Bir ormanda dolanırken içimizde öyle bir şey açılır ki süpermarkette oradan oraya koştururken onun ortaya çıkması imkânsızdır. Bir gökkuşağının altında durur ya da söğüdün altında yatarken bir şey bizi bütünlüğümüzü hissetmeye yöneltir. Tüm bu anlar öz düzenleyici ve öz şifalandırıcıdır. Doğanın bir görüntüden, bir dizi görselden ibaret olmadığını anlarız. O, insan deneyimi ve dönüşümünün en yüce halindeyken neye benzediğini anlamamızı sağlayan bir vizyon, bizi bize anlatan ve bizi kucaklayan görünmez bir aurayı görünür kılan bir lenstir. İnsani ve ilahi olan birbirinin kollarında dinlendiği zaman, birbirimiz hakkındaki tüm şüphelerimizin, tüm ikiliklerin ortadan kalktığını ve bütünlüğe ulaştığımızı artık biliyoruz.

Doğal hayat spiritüel bir tapınaktır… Biz aynı zamanda da birer sembol olan fiziksel şeylerin ormanında yürürüz ve onlar bizi aşina bakışlarla izler.

-Charles Baudelaire, “Correspondences”

Share This