Zifiri karanlıkta, fırtınanın ortasında, cılız ateşli, sadece kendi dibini aydınlatan bir mum gibiydim. Çaresizliğin ve endişenin ortasındaki ürkek bir umut gibi… Daima umut olduğuna inansam da -veya belki de kendimi buna inandırmak istesem de- şüphe yakamı bırakmıyordu. Her yerde bas bas bağırıyordum: “Benim umudum var!” diye. Belki de içimdeki o ufak şüpheyi ikna etmeye çalışıyordum… Çünkü umutsuz olmak için birçok sebebim varken umutlu olmak için sadece inancım ve her şeyi iyi tarafından da görebilen pembiş gözlüklerim vardı. Yine de inanç bana harekete geçme arzusunu veremiyor, üşengeçliğimi aşmama yardımcı olmuyor ve engelleri atlama cesaretini aşılayamıyordu. Şimdiyse umut bir inanç değil; artık umudun olduğunu biliyorum. Çünkü yapayalnız ışıldayan bir mum değilmişim. Pas parlak başka mumların da olduğunu keşfettim.
Geçen hafta artık bir kahraman beklemenin anlamsız olduğunu ancak o kahramanın kendisi olabileceğini keşfetmiş 142 gençle “Doğal Kahraman” olmak için Antalya’da buluştuk. Türkiye ve Dünya’daki insanlar bu kadar birlik ve beraberlik duygusunu yitirmişken Türkiye’nin 56 ilinden, 79 üniversitesinden 142 gencin tek bir amaç uğrunda birleştiğini, beş günde bir aile olabildiğini görmek beni derinden etkiledi. Biz her fırsatta dinimizi, ırkımızı, siyasi görüşümüzü ve geleneklerimizi bahane ederek ayrılmaya çalışırken DOĞA bizi birbirimize tekrar bağladı. Tıpkı toprağı suya, suyu ağaca, ağacı insana bağladığı gibi… TEMA Vakfı gençlerin hayallerinin gücünü ve girişimci ruhunu fark ederek inisiyatifi eline aldı ve ADIM ADIM oluşumunun maddi desteğiyle biz gençlere özlemini çektiğim özgür düşünce ortamını yeniden yarattı. “Dünyayı Kurtaran Adım” adıyla üniversitesindeki 50 öğrenciye eğitim vermek ve 100 bireyde farkındalık uyandıracak bir proje üretmek amacıyla gençleri buluşturdu. Bize ekoloji, sürdürülebilir yaşam, inovasyon, liderlik ve sosyal girişimcilik alanlarında beş gün boyunca uygulamalı eğitimler verirken söyledikleri ilk cümle “Bizim size anlattıklarımızı bile lütfen sorgulayın!” oldu. Bu cümleyle uzun süredir yaptığımı sandığım ama aslında yapmayı unuttuğum bir eylemi tekrar hatırladım ve derinlemesine sorgulamaya başladım. İlk olarak sorguladığım şey şu oldu: Teknolojiyle birbirimize bu denli bağlanmışken birbirimizden ve doğadan nasıl bu kadar kopuk olabiliyoruz? Bizim binlerce yıl uğraşarak geldiğimiz bu nokta doğanın en temel yasası oysa: Doğada her şey birbirine bağlıdır. Sistemden tek bir bireyin bile çıkması yeni bir denge oluşumu için bütün dengenin altüst olması demek oluyor çünkü doğa her zaman dengeyi arıyor.
SAYFA-BOLUMU
Sonra bambaşka bir şimşek çaktı zihnimde. Sürekli dilime doladığım ama tam olarak hayatıma uygulayamadığım empati kavramının nasıl da bunca zaman sadece insanlar arasında olduğu yanılgısına düşmüştüm? Üstüne dökülen beton yüzünden nefessiz kalan toprakla, yanlış tarımlaşma yüzünden besin kaynağı kır çiçeklerini yitirip aç kalan bir arıyla, türü kaybolmanın eşiğinde olan endemik bir bitkiyle, göç yollarını havaalanıyla işgal ettiğimiz kuşlarla, seri üretim bir tavukla en son ne zaman empati kurmuştum? Ben ne zaman bu doğanın hükmedeni değil de bir parçası olduğunu unutmuştum? Daha da önemlisi bu bilince tekrar ulaşmak için daha kaç yıl kaybedecektim? Ünlü bir Kızılderili sözünün dediği gibi: “Son ırmak kuruduğunda, son ağaç yok olduğunda, son balık öldüğünde; beyaz adam paranın yenmeyen bir şey olduğunu anlayacak.” Ancak bunun da ötesinde insanoğlunun parlak geleceği için bu gidişata dur demeliydim. Yeryüzünü paylaştığım her canlının ve her oluşumun yaşam hakkına ve duygularına duyduğum saygıdan ötürü bencilce yaşamaya bir son vermeliydim. Bu bir lüks veya sosyal bir etkinlik olamazdı. Bunun bir yaşam biçimi olduğunu fark ettim ve bu yaşam biçimini benimsemek artık benim çok daha kolay.
Sonra dünyanın içine doğru sürüklendiği doğa felaketinin bir kader olmadığını anladım. Dünyanın her yerinde sürdürülebilir yaşam için nasıl da yaratıcı çözümler ürettiklerine şahit oldum.
Örneğin, sizce bir reklam panosundan içme suyu akabilir mi? Peru’da akıyor. Bu durumda İstanbul’un kuraklık sorunu kaderin bir oyunu mudur? Ya da ineği sağarken çıkan ısı enerjisinden bile elektrik enerjisi üretilebilir mi? Almanya’da üretiliyor. Bu durumda Türkiye’deki hidroelektrik santraller vazgeçilmez midir? Güneş ışığı, çamaşır suyu ve pet şişeyle ampul yapılabilir mi? Sitio Maligaya’da yapıyorlar. Üstelik bunlar sadece birkaç örnek. İnsanoğlunun yaratıcı üretkenliğini doların yeşili için değil de ağacın yeşili için kullanması bana ilham oldu. Evet, belki bir insan tek başına dünyayı kurtarmaz ama son noktada dünyayı kurtaran yine bu uğurda atılan adımlar olacak.
Tıpkı “Dünyayı Kurtaran Adım Eğitmen Eğitimi”nde tanıştığım 142 genç gibi dünyanın her yerinde ışıl ışıl parlayan mumlar var. Birbirimizi buldukça, birleştikçe ve desteklendikçe bütün dünyayı aydınlatma potansiyaline ve gücüne sahibiz. Çünkü sorunlar yerine çözümlere odaklanıyor, hayallerde ve projelerde sınır tanımıyor ve birlik duygusunu önemsiyoruz. Şimdi seçim sırası sende! Bu ateşi bir nefes olup söndürmeyi, sadece seyretmeyi veya kıvılcım olup bize katılmayı tercih edebilirsin. Fakat bizim hayalimiz bir ışık olup tüm Dünya’yı sarmak. Sensiz bir insan eksiğiz. Bizimle misin?
Not: Yaratıcılığımızı destekleyen, özgürlüğümüzü önemseyen ve “Dünyayı Kurtaran Adım” projesinde emeği geçen uyumlu, tutarlı ve çocuk ruhlu TEMA Vakfı ailesine ve tüm gönüllülere teşekkürlerimi sunuyorum.