Bunalım, bir var oluş gerçekliği. Yaşamı bunalımla özdeşleştirmek abartılı olsa da gün geçtikçe, yaşamın bunalımlar yoluyla öğrenilebileceğini fark ediyorum. Bu nedenle cennet kavramının, şu “gelip geçici” dünyanın bunalımlarından yorulan insanların hayal gücünün ürünü olduğunu düşünürüm zaman zaman.
Bunalımın dağınık düzeni tanımlamalara izin vermiyor. Hele bunalımdayken hem dünyaya hem de kendimize karşı verdiğimiz savaş hali, bilincimizi işlemez kılıyor. O nedenle sanırım ancak çağrışımlarla anlatılabilir bunalım: İç sıkıntısı, keder, acı, kalp çarpıntısı, depresyon, karmaşa ve daha nice fiziksel ve ruhsal duruma karşılık geliyor. Yaşamımızda çok önemsediğimiz, benliğimizi onunla tanımladığımız bir özelliğimizi/aidiyetimizi/ sahip olduklarımızı (sağlığımız, sevdiklerimiz, değerlerimiz, unvanlarımız vs.) tehdit eden bir şeylerin var olduğunu hissediyoruz. Yaşam bütünlüğümüz bozuluveriyor “birdenbire”, sesimizin neşesi, gözümüzün ışığı kaybolup gidiyor. “Birdenbire” değişiyor her şey “birdenbire”.
Bilinç ve akılla yoğrulmuş olan insan yaşamına özgüdür bunalım. Bunalımsız insan düşünmek olanaksız çünkü dürtülerimizle değil, seçimlerimiz ve onların sonuçları ile yaşıyoruz. Her ne kadar seçemediklerimizin belirlenmişliğini hissetsek de üzerimizde…
Başkalarının bunalımlarını aydınlığa kavuşturup gönülleri ferahlatan ruh sağlığı çalışanları bile bunalımdan “muaf” değil. Belki de onları şanslı kılan bunalımla başa çıkmanın ilmini öğrenmiş olmaları. Yine de bunalımı kitaplardan öğrenmek olanaklı değil, olsa olsa ipuçları edinilebilir başa çıkmaya dair. Yaşamayıp hissetmedikçe söylenen her söz ister istemez “ahkâm kesmekten” öteye geçmiyor.
SAYFA-BOLUMU
Bunalımın bir var oluş gerçekliği olup olmadığını anlamak yaşamı doğrudan etkiliyor. Stres ve kaygı bozukluklarının temelinde, yaşamda “değiştiremeyeceğimiz gerçekler” üzerine enerjimizi yoğunlaştırmak gösterilir genelde. Ne yazık ki değiştiremeyeceği yaşam gerçekliklerine odaklanıp yaşam enerjisini düşüren, yaşamdan aldığı zevki örseleyen milyonlarca insan var. Ya da zorluklara, sorunlara, bunalımlara göz kapatan sessiz bir edilgenlik içinde olanlar veya hayatı tüm renkleriyle yaşamaktan kaçanlar…
Kuşkusuz ki macera ve gizem arayan çocuklar gibi cin çağırırcasına “bunalım” çağırmıyorum yaşamlarımıza. Sadece değiştiremeyeceğimiz tüm gerçekler gibi, bunalımla barışmaya, onunla yaşamayı öğrenmeye yönelik bir çağrı sözlerim. Ne kaçınılası, ne de kavga edilesi bir yaşam gerçekliği o; yaşamın özüne yönelip onu sadeleştirmeye olanak veren, üretkenliği artıran, başka insanları anlamamızı sağlayan bir bilgeleşme yönelimi bunalım. Eğer acılar, kederler olmasa olanaklı mı güzellikleri kavramak sürekli gevşeme halinde? Yitirmenin olmadığı bir yaşam yok, olsaydı kibir, atalet ve rehavet yüklü olur, yavan bir tat bırakırdı ağzımızda.
Doğumdan itibaren, yaşanılan her yaş, kendine has gelişmeye yönelik bir ödev barındırır. Gelişmeye yönelik bu ödevler, ikilemler arasında gidip geldiğimiz yaş dönümlerimizdir. Bunalımlardan ne denli başarılı çıkarsak o denli sağlam adımlar atabiliriz. Çözemediğimiz çelişkiler, onlarla biran önce yüzleşebilmemiz için günün birinde mutlaka karşımıza çıkar. Diğer türlü de sürüp gidiyor yaşam elbet, ancak yabancılaşmalar, yadsımalar içinde. Bu kez “depresyon” ya da bunalım “bizi bize sunan” bir yaşantı olmaktan çıkıp trajik bir biçimde yaşam biçimimiz haline geliyor.
SAYFA-BOLUMU
Bunalım üzerine düşünmek, onu anlamaya çalışmak, onunla başa çıkma yönünde atılan, keyifli bir ilk adım olabilir. Bunalım üzerine düşünmek, kendimizi bu sarsıcı ve hayli öğretici anlara hazırlamamızı sağlıyor. Bunalım, bizim için belirsizlik ve karmaşa olmaktan çıkıp kendi içinde düzeni olan bir dağınıklık haline geliyor böylece. Bu andan itibaren de denetimimiz altına girmeye başlıyor.
Bunalımlarla başa çıkmaya çalışırken kendimize, kaynaklarımıza ve biriktirdiklerimize başvururuz… Bu yüzden kriz anlarını beklemeden yaşamaya, sevmeye ve öğrenmeye vakit ayırmak, bu alanlardaki kaynaklarımızı artırmak gerekiyor. Bunu, yaşamına istikrar kazandırmış, kendini anlamlı amaçlara adamış, üretkenliği tüm benliğiyle yaşayan, hobilerle kendine nefes aldıran, tıpkı bir gezgin misali memleketini, kültürleri, insanları anlayıp keşfetmeye yönelen, aklı ve duyguları arasında denge kurabilmiş insanların yaşamlarında görüyoruz.
Zorlu anlarda dertleşeceğimiz bir dost, kederlerimizi dindiren bir ezgi, kendimizle baş başayken bizi avutan-rahatlatan bir hayal gücü nasıl da Hızır gibi yetişir; o anları küçük sıyrıklarla atlatmamızı ve bu esnada birçok şey öğrenmemizi sağlar.
Bunalımla ilişkimiz karşılıklı. Biz onu nasıl algılar, ona nasıl yaklaşırsak o da bize aynı ölçüde karşılık verir. Etkileşimimizin niteliği yaşam kalitemizi de doğrudan etkiliyor. Onu düşman bellemek yerine, bizi tembelliğe sevk eden bağımlılık ve alışkanlıklarımızdan arındıran bir yaşam deneyimi, bize ayna tutan gerçekçi bir dost sesi olarak algılayınca nasıl da bilgeleşiyoruz… Hem kendimizi hem dünyayı güzelleştiriyoruz bu bilgelikle… Yaşamı güzelleştirenlere; yaslarını, sevinçlerini, kederlerini zarafet içinde yaşamaya çalışarak yolumuzu aydınlatanlara selam olsun!