Aynı ortamdaydılar.. Yan yana ya da karşı karşıya değildi sandalyeleri. Hatta göz göze bile gelmiyorlardı.  Onun olduğu tarafa bakmamaya özen gösteriyordu. Ona yakın durmak gelmiyordu içinden. Özellikle kadın erkek ilişkilerini sorguladığı bir döneme denk gelmişti o akşam. Aslında eğlencelik hali de yoktu ama oradalardı işte.

Sahneden gelen harika sese ve şarkı sözlerine odaklanmıştı.

Kendisinin bulunduğu masada saygı duyduğu, sevdiği insanlar vardı. Onlarla bile sohbet etmiyordu. Sadece sorulanlara cevap veriyor ya da şarkı eşliğinde mırıldanıyor veya gülümsüyordu.

Birkaç gündür hayatın katılımcı değil, izleyici tarafındaydı. Bakıyordu çevresindeki kadınlara ve erkeklere. Birbirlerine olan bakışlarına dikkat ediyordu. İlişkiler üzerine derin sohbetler yapıyordu.

Çok uzun yıllar tek başına yaşamıştı hayatını. Tek başınalığın onurunu fark etmişti etrafındaki garip ilişkiler çemberini gözlemlediğinde.

15-20 yıl bir arada, yan yana durmuş, mutluluk kahkahaları atmış karı kocaların, aslında nasıl birbirlerinden kilometrelerce uzakta olduklarını görmüştü.

Günde en az 20-30 kere “Seni Seviyorum” diyenlerin, birbirlerine arkalarını döndükleri andaki aldatmalarına şahit olmuştu gözleri.

Yanıdaki masada telefonu çalan hanımın, “Sevgilim” diye açtığı ve bulunduğu yerle ilgili bile yalan söylediği kocasına telefonu kapattıktan sonra ağza alınmayacak kelimeler sarfettiğini işitmişti kulakları.

Çocuğunun babasını iş seyahatinde tıpkı kendisine benzeyen “sevgilisiyle” aynı mekanda görmüştü. Evliliği süresince kendi dairesinin alt katında yaşayan komşusunun o dönem liseye giden kızları, o ayrıldıktan sonra oğlunun üvey annesi olmuştu.

“İşte bu adam benim eşim olabilecek kadar bana dosttur” dediği ve ona yürekten inandığı bir anda, ondan kendisine, eski kız arkadaşının ismiyle sevgi mesajı gelmişti.

Birlikte yaşamaya karar verdikten sonra, ayaklarını yerden kesen mutluluk halindeyken, bir anda geçmişin izleriyle, daha doğrusu sevgilisinin de bir türlü terk edemediği geçmişinin izleriyle tepe üstü yere çakılmıştı.

Tüm bunlar öylesine dolanıyordu ki beyninde, kalbine ulaşmıyordu o aralar hiçbir mesaj.

Ama artık şarkının da tesiriyle akıyordu yaşlar gözünden ve boşalıyordu duyguları.

Duyguları hakkını istiyordu, o da veriyordu hakkını duygularının.

Büyülü bir akşamdı sanki…

O  öylesine kendisiyle meşgulken arkasında bir gülüşme, fısıldaşma duydu. Çok geçmeden sırtına, masadaki sevdiği insanlardan birisi dokundu ve “Şu karşı masadaki yakışıklı adam sürekli seni seyrediyor. Sanki burada değil. Sadece senin gözlerini yakalamaya çalışır bir hali var” dedi. Dönüp baktığında gördüğü yakışıklı adam kendi  sevgilisiydi. O anda göz göze geldiler onunla. Öyle sıcak bakıyordu ki sevgilisi, kelimeler yetmezdi anlatmaya.

Bunu söyleyen kişi onların birlikteliğini bilmeyen biriydi ve sanki yine bir tokat yemişti kız suratına. Arkadaşının sonraki  söylediklerini hatırlamıyordu  bile tokatın şiddetinden:)

Onları birlikteyken hiç  tanımayan bir kadın, adamın  kıza ilgisini görüyordu da, kız geçmişteki kötü deneyimleri ile bugünkü ufacık sürtüşmeyi mukayese ederek sevgilisiyle ilgilenmiyor, hayatı ve o “an”ı kaçırıyordu.

Müthiş bir paradoksun içinde olduğunu fark etti aniden. Hem “Kaç kişiyiz savunan sevdayı?” diyordu dili, hem sudan bir sebeple teslim olmak üzereydi gönlü sevgisizliğe.

Fark etmek o anda acı veriyor olsa da, sonrasında insana kendini şanslı hissettiriyor.

En önemli sorusunun cevabı gelmişti o akşam.

Yan yana olmak değilmiş insanı bir arada kılan ya da fark ettiren o sevgiyi.

Özenle süslenmiş bir gülüş, bir bakışmış aslolan ve CAN CANA olabilmekmiş.

Giden sevgiliye, gittiğini bile bile ve yolundan çevirmeksizin arkasından sevgiyle bakabilmekmiş AŞK.

Teşekkürler aşk
Teşekkürler fark yaratan dostlarım
Teşekkürler hayat

Sevgiyle olun daima

Share This