Ancak, küçük yaşlarda fakirliği ve ezilmişliği tadıp da yenilmeyen ve bunun acısını çıkarabilenlerden… Kızgın bir kadın; çünkü dünyaya adım uydurmak yerine o kendi dünyasını kurdu! Yetenekli, yaratıcı, küstah ve hırslı bir insandan bahsediyoruz…

Dünyaya geldiği 19. yüzyıla değil önündeki 20. yüzyıla ait oldu hep! Ve “Chanel her devirde bugünü yaşamaktır” dedirtti. Yaşarken efsane oldu, birçok kitaplarla anlatıldı kişiliği, hayatı, aşkları ve unutturmak istediği geçmişi… Hollywood onun yaşamını hayattayken müzikal yaptı… 

Hem kim demiş oyunu kurallarına göre oynamak gerekir diye?.. Esmer, minyon yapılı ve sert görünüşlü bu kadın, ona dayattırılan kuralları hiç umursamadı, kendi kurallarını dünyaya kabul ettirdi ve bir stil yaratarak dünyayı biçimlendirdi… Kadınları biçimlendirdi… : “Hoşuma giden şeyleri moda kılmak için değil, hoşuma gitmeyenleri demode kılmak için bu mesleği seçtim”. 

Ama dostlarını oluşturan sanatçılara, düşünürlere, asillere ve kalabalık kardeşlerine rağmen sonunda, “Yalnızlıktan başka bir şey bulmadım hayatımda,” diye özetledi yaşadıklarını… Her kadının yaşadığını yaşamadı, yani hiç evlenmedi, çocuğu da olmadı…
   
Eminim farklılığı ile ilk anlarda çevresindekilere itici gelmiş, daha sonraları da ilgilerini çekip kendini kabul ettirmiştir. Coco, çocukluğunu hep gizledi, annesi, özellikle de babası konusunda suskun davrandı, belki geçmişi yüzünden insanlar konusunda seçici davranmıştır.

Güçlendiği zaman büyük adamları, sanatçıları topladı çevresine, sanatçıların koruyucusu oldu: Tiyatro sanatçısı olamadı ama sanat dünyasının içine girdi, bazen oyunculuk hevesini giderdi ancak çoğu zaman da tiyatro oyunlarına, bale resitallerine ve filmlere kostümler yaptı… Hollywood onu istedi, o Hollywood’u istemedi.
 
Asıl adı Gabriel Chanel! Küçük bir kadındı, büyük bir dünya yarattı!

Tam artık her şeyden elini eteğini çekti derlerken, 70 yaşından sonra tekrar meydana çıktı, zamanı geçmiştir artık, diyenleri utandırdı ve 87 yaşına kadar hiç durmadan çalıştı, hep yarattı.
  
Gabriel’in ender anlarda anlattıklarına göre, babası garip bir adamdı, besleyemeyeceği kadar çocuk yapmış, kazandığından fazlasını harcayarak yaşamış!

Gabriel 12 yaşında, annesini kaybettikten bir hafta sonra da ablası Julia ile onu Brive’deki bir manastırın yetimhanesine bırakıp ortadan yok olmuş.  Chanel hayatı boyunca bu “Yetimhane” sözcüğünü asla ağzına almadı…
   
Manastır tarafından okutulan Gabriel’in kafasındaki tek şey, kaderine boyun eğmeyip bir yerlere sıçrayarak kendini taşradan kurtarmaktı. Ama 18 yaşındaki tüm yetimler gibi o da manastır tarafından bir tuhafiyeci dükkanına satış elemanı olarak yerleştirildi. Burada kaldığı yıllarda tiyatroda kariyer yapmak için her yolu denedi, şan ve dans dersleri aldı. Uvertür olarak sahneye çıktı; Rotonde’da söylediği iki şarkıdan biri;  “Qui Qu’a vu Coco”  ile sempati topladı ve o günden sonra da Coco adını yakıştırdılar ona.
 
Ama hiçbir yerde şansı yaver gitmeyince sanatçı olmayı unutup taşraya döndü. 25 yaşındaydı, güzeldi ve kendi yaptığı giysileriyle, şapkalarıyla farklı bir havası vardı. İşte o sıralarda burjuva sınıfından bir centilmen çıktı karşısına: Etienne Balsan. Chanel’e kendisini izleyerek birlikte yaşama teklifinde bulundu. Bu bir evlenme teklifi değildi, öyle bir ihtimal de görülmüyordu! Ama bu Coco için taşradan kurtulmanın en kısa yoluydu, Balsan’ın peşinden gitti. Paris cıvarındaki Royallieu Şatosu’nda onun için yepyeni bir hayat başladı. 

Kolay kolay olmasa da Coco kısa zamanda fark edildi, Paris sosyetesiyle tanıştı, çevresinde yeni hayranlar topladı. Beraber olduğu erkeklerin giysi dolaplarını karıştırıp kendine kıyafetler yaratma, erkek giysilerini kadınlara uyarlama alışkanlığı da orada başladı. Şapkaları hanımları ilgilendirince, Balsan genç metresine Paris’teki garsoniyerini verdi. Chanel orada, kendisini merak edip onu görmeye gelen hanımlara Galeries Lafayette’ten alıp yeniden tasarladığı şapkaları satmaya başladı. 

Balsan’dan sonra Coco’nun hayatına, kadınların gözdesi bir İngiliz girdi; Arthur ya da yakınlarının dediği gibi Boy Capel… Chanel’in en büyük, belki de tek aşkı oldu bu adam, ama o da Coco ile yaşamayı yeğledi, asla evlilik düşünmedi… 
  
Boy Capel,  Chanel’in gözlerindeki başarılı olma hırsını ve ciddiyetini hemen anlayarak Balsan’ın yapamadığını yaptı ve ona iş yeri açtı. 1910 yılının sonlarıydı; rue Cambon’da bir daire tutuldu, kapısına da: “Chanel Modes” yazan bir tabela asıldı ve Chanel şapkalarını burada Paris’in şık kadınlarına sunmaya başladı.
  
Gerçek anlamda ilk butiğini, yine Boy Capel’in maddi desteği ile 1913 yazında Deauville’de açtı. Butikte Chanel tarzı biçimleniyordu, zamanın moda eğilimlerinin dışına çıkarak kadınları rahat ettiren, doğal çizgilerini saklamayan birbirinden güzel giysi ve aksesuarlarıyla giderek daha çok kadını giydirmeye başladı. Giysileri zamanın oyuncuları tarafından hem günlük hayatta, hem de sahnede giyildi, görüldü.
     
Sonra da geçmişteki hayatının acısını çıkarırcasına hızlı yaşadı, dünyayı hep kendi istediği gibi yorumladı. Amele gibi güneşlenmesi ayıplandı ama dünya bronzlaşma modasıyla tanıştı, koca bir sektör doğdu… Sonra, erkekler gibi pijamaya benzer pantolonla sayfiyede dolaşması, ayak bileklerini açığa çıkaran etekleri, spor kıyafetleri, plaj giysisi, denizci kıyafetleri… Bütün bunları giydi ve giydirdi. 

I. Dünya savaşı bile onun hızını kesemedi. Büyüdü, çok zengin oldu; büyük sanatçıları korudu, destekledi, ünü sınırları aştı ve kendine gelir gelmez ilk işi de Boy Capel’e olan borcunu ödemek oldu.
     
Savaş sonrasının Avrupa’sında, 1918 ile 1940 yılları arasında zamanın en gözde asilleri girdi hayatına. Son derece yakışıklı ama her şeyini kaybetmiş olan Rus soylusu: Grand Dük Dimitri; ardından İngiltere’nin en zengin ve en güçlü adamı: Westminster Dükü.  Her iki ilişkisinden de kendince çok yararlandı Coco Chanel…
  
II. Dünya Savaşı geldi çattı. Coco Chanel, Alman işgalinde Paris’teki salonunu hemen kapattı, mankenlerini gönderdi. Neden sonra bir Alman subayı ile yaşadığı gizli aşk ortaya çıkınca, savaşın ardından sert bir şekilde eleştirildi. Chanel için yalnızlık yılları başladı.  Bir daha modaevini açmadı ve İsviçre’ye inzivaya çekildi… Bu sessizlik tam onüç yıl sürdü. Ve Paris onu unuttu.
  
Derken genç bir modacının Paris’te fırtınalar estirdiği haberi geldi! Moda dünyası Christian Dior’dan ve New Look’tan bahsediyordu. İşte bu Chanel’i harekete geçirdi ve yaşlı aslan Dior’u silmeyi kafasına koyarak Paris’e döndü. 71 yaşındaydı…Gece gündüz, bazen bir bardak su ile gününü geçirerek yeni modellerini yarattı. Modaevinin kumaşlarında onun yıllarca durmuş olan parmakları çalışıyor, bütün katlarda onun sesi yankılanıyordu.

Fransız basını onu yaşlı buldu, İngiliz basını daha da acımasız eleştiriler yaptı. Ama garip bir şekilde Chanel’in yeni modelleri Amerika’da çok tutuldu. Fransa’da ise Chanel’in kullanışlı şık takımları sokaklarda hayat buldu. Böylece moda Chanel’i eleştirenlere cevabını sokaklarda vermiş oldu. Chanel ikinci defa moda dünyasındaki yerini aldı. Dior’u silemedi ama mutlaka tedirgin etmiştir.
    
60’ların sonlarında, artık 75 yaşlarında olan Chanel, halkın gözünde hayli demode sayılıyordu. İşte Chanel stili o zamanlar belirginleşti. Modernlikten ve şıklıktan farklı beklentileri olan moda dünyasına,  Chanel kendi damgasını vuruyordu.; “Moda geçer, stil kalır.” diyerek. Müşterileri azalmıştı ama ona sadık bir kesim hep oldu.
   
20. yüzyıl kadınını biçimlendiren Coco Chanel, özgürlüğünü sonuna kadar yaşadı, erkeklerle iş hayatında boy ölçüştü. Ne yazık ki, aşkta aradığını bulamadı ve yaşlılık günlerinde kendini işine vererek yalnızlığını unutmaya çalıştı! 87 yaşında, son yıllarda kaldığı Hotel de Ritz’deki odasında,  10 Ocak 1971 Pazar günü hayata veda etti.  

Share This