”Cehalet mutluluktur.” deyiminin çıktığı yer, bu topraklar değil. Biz ”bilmeyi” yeğleriz. İyi ki de öyleyiz.

 

Tavukçuluk hakkında aktardıklarımın moral bozabileceğinden korkmuştum. Çaresizlik aşılamayı tercih etmez kimse. Olsun. Ne 11 yaşındaki kızım İpek, ne de 2,5 yaşındaki torunum Mavi… İkisi de hayatları boyunca hiç tavuk yemedi. Bu şartlar devam ettikçe de yemeyecekler. Tadını bilmedikleri bir şeyden uzak tutmak kolay da… Bilen, çok seven, isteyen çocuklar da pek çok; biliyorum. Çözüm? Var.

 

Türk Mutfağı inanılmaz bir mutfak. Yüzlerce yılın karma kültürü ve malzeme çeşidindeki acayip bolluk, sofralara binlerce çeşit yemek çıkartabiliyor. İster mutfakta altı saat kalıp karışık teknik tablo gibi bir sofra oluşturun, ister on dakikada iki-üç çeşit çıkartın. İlla ki bir çözüm var. İpek’in basit sofrası bir örnek olabilir mi?

 

İpek okulunda çıkan öğle yemeklerini yemiyor. Bunun yerine evden çıkmadan önce çok sıkı bir kahvaltı ediyor. Önceleri biraz mırın kırın etti ama sonraları okul yemekhanesinde karşısına mısır yağı ile pişmiş berbat kokan pilavlar, nugget’lar, hazır pizza tabanlı tuhaf çeşitlemeler çıkınca oraya inmez oldu. Kahvaltıda işi bitirmesi gerektiğini anladı.

 

Bir avuç ceviz, bir tatlı kaşığı tereyağı, büyük bir dilim ev ekmeği, bal, haşlanmış yumurta ve bir dilim peynir. Kahvaltısı genel olarak budur. Bütün hazırlığı kendisi yapıyor. Çıkarken çantasına ceviz içi, kuru kayısı, bir de elma atıyor. Günün sonunda aç vaziyette eve dönünce de ne varsa yiyor. Tek öğünde et, sebze ve karbonhidrattan yana zengin bir sofra hazırlıyoruz. Yoğurdu, salatası muhakkak oluyor. Erken yediği akşam yemeğinin ardından yatana kadar aralıksız atıştırıyor.

 

Bizde büyük ve kalabalık sofralar ancak hafta sonları kurulur. Çeşit çeşit yöresel yemekler hazırlanıyor o kalabalık sofralar için. İpek hazırlık aşamalarının içinde olur her zaman. Öyle fasulyeden bir kenarda salata karıştırma işi falan değil. Ciddi ciddi mutfağın içine giriyor. Ben bunu çocuklar için çok gerekli görüyorum. Kızımın her yemeği pişirebilmesini, hayatı boyunca kendisine zevkli sofralar kurabilmesini istiyorum. Sofraya emek veren ona kıymet de verir. Bazen kusurlar olsa da, çocukların ”O kadar emek verilmiş, beğenmemek, yememek olmaz” diyebilmeleri güzel bir şey.

 

SAYFA-BOLUMU

Mavi’ye gelince… O her şeyi istiyor. Her şeyi yiyor. Beğenmediği, karşı çıktığı hiçbir şey yok. Tuhaf mı, doğru mu bilmiyorum ama gün içinde elinde koca bir çiğ pırasa ya da acı biber ile görebileceğiniz bir çocuk olup çıktı. Biraz benim genlerimden gelen kaba sabalığa sahip maalesef ama annesi yemek düzeni, sofra düzeni konularında yılmadan yetiştiriyor kendisini.

En sevdiği yemekler enginar, etli kuru bamya, sebzeli bulgur pilavı, ızgaralar ve balık.

 

Balık konusunda o kadar acayip ki kocaman bir kalkan balığını tek başına yiyor vallahi, o derece… ”Annesi nereye o da oraya” şeklinde takılan bir minnoş olduğu için bol bol geziyor. Dışarıda yemesi gerektiğinde illa ki kaliteli malzeme kullanan bir kafe bulunabiliyor. Izgara ve salata ile de işini halledebiliyor. Her şeyin ama her şeyin illa ki bir çözümü bulunuyor.

 

”Nereye kadar koruyabileceksin ki çocuğunu?” sorusu kolaycılara kalsın. Biz koruyabildiğimiz yere kadar koruyalım. Okula giden çocuğunun çantasına iki tane hazır kek, bir kutu da meyve suyu atanlardan olmayalım hiç değilse. Düzgün ve zevkli bir mutfak kültürü ile yetişen çocuklar, büyüyünce zararlı gıdalara karşı mesafeli durmayı da beceriyorlar. Bunu siz zaten kendi çocuklarınızdan görüyorsunuz.

 

”Tavuk da yedirmeyelim, onu da yedirmeyelim, bunu da yedirmeyelim, e peki ne yedireceğiz?”

 

Zeytinyağlı, pirinçli ve havuçlu yer elması yedirebiliriz. Yumurtalı, karışık ot kavurması hazırlayabiliriz. On dakika sürüyor üstelik. Yapraklı enginar dolması pişirebiliriz. Kuru bakla pilakisi yapabiliriz. Etsiz kereviz yemeği çıkarabiliriz önlerine. Ya da yoğurtlu fırında patates…

 

Hafta sonu boş bir zamanda oturup lahana sarması hazırlayabiliriz. Bunu dondurup stoklayarak dar zamanların hayat kurtarıcısı olarak kullanabiliriz. Hatta kıymalı yaprak sarmayı da aynı amaca adayabiliriz. Tatlı patatesi kumpir gibi pişirebiliriz. Terbiyeli etli kereviz, karnabahar ya da ne bileyim, yumurtalı patates yapabiliriz.

 

Mantı ya da Fellah köftesi… Yanında ayran ile mercimekli, soğanlı, salçalı bulgur pilavı çıkartabiliriz önlerine. Bayat ekmeklerden papara yaparız, oğmaç çorbası yaparız; istesek evde döner de yaparız, pizza da, pide de. Umudun ve umutsuzluğun bizdeki kadar iç içe geçtiği bir toprak yok dünyada. Yemek çeşidi ve malzeme konusunda bizim kadar varsıl bir ülke de yok; emin olun. Burada yemek yapma sıkıntısı çekmek söz konusu bile olamaz.

 

Çiftlik balığı olamayacağından emin olduğumuz hamsi, istavrit, çinakop alırız; haftada iki kez balık yaparız. Yanında ekmeği, kuru soğanı, salatası ve tabii ki elle yeme müsaadesi… Abur cubur alışverişi yapmadığımız için buzdolaplarımız boş, kuruyemiş ve meyve tabaklarımız hep dolu kalsın yeter. Hiçbir şey yoksa sağlıklı çeşniler ile basit bir kahvaltı sofrası kurar yine doyarız.

 

<div class="social4i" style="height:82px;"> <div class="social4in" style="height:82px;float: left;"> <div class="socialicons s4twitter" style="float:left;margin-right: 10px;padding-bottom:7px"><a href="https://twitter.com/share" data-url="https://dergi.kuraldisi.com/cocuklar-ve-sofralar/" data-counturl="https://dergi.kuraldisi.com/cocuklar-ve-sofralar/" data-text="Çocuklar ve Sofralar" class="twitter-share-button" data-count="vertical" data-via=""></a></div> <div class="socialicons s4fblike" style="float:left;margin-right: 10px;"> <div class="fb-like" data-href="https://dergi.kuraldisi.com/cocuklar-ve-sofralar/" data-send="true" data-layout="box_count" data-width="55" data-height="62" data-show-faces="false"></div> </div> </div> <div style="clear:both"></div> </div> <p>1997 yılında, çok sevdiği Ege’ye yerleşiyor Pınar Kaftancıoğlu. Önce Kuşadası’nda geçen birkaç yıl, ardından Aydın-Nazilli’de bir doğal kaynak suyu fabrikasını işletme, kızının doğumu, işlerin stresinden bunalıp fabrikayı devretme derken otuzlu yaşlarının sonunda emekliliğini ilan ediyor!</p> <p>Nazilli’de anadan kalma bakımsız araziyle birkaç zeytinliğini ıslah edip şu an yaşadığı çiftlik evini inşa ettirmeye karar veriyor. Komşuların yardımıyla yaylalardaki irili ufaklı araziye çekidüzen veriyor. Tarlalar sürülüyor, köydeki ineklerin dışkılarıyla gübreleme yapılıyor, dağ köylerinden hediye gelen fidanlarla tohumlar ekilip dikiliyor.</p> <p>Ve tarlalarda ilk ürünler çıkmaya başlıyor.</p> <p>“Kızım, İpek artık Milupa’nın ‘organik’ etiketli kavanozlarına mahkûm değildi. Kahvaltı masamızda hepsine isim koyduğum ineklerin sütleri ve o sütlerden yaptırdığım peynirler vardı. Ekmeği marketten almıyor, kendi fırınımda yapıyordum. Yumurtalar bahçenin sağından solundan, çoğu zaman da tavuklarımın folluğa çevirdiği ayakkabılıktan toplanıyordu. Zeytinden ve zeytinyağından bol şeyimiz yoktu. Bahçenin orasında burasında kendiliğinden yetişen otların her birinin bir adı olduğunu ve neredeyse hepsinden enfes yemekler yapıldığını öğreniyordum. Yılladır marketten aldığım kırmızı şeylerin, gerçek bir domates ile alakası olmadığını anladım. Havuçlar, marullar, fasulyeler, börülceler&#8230;”</p> <p>İpek Hanım Çiftliği böyle kuruluyor.</p> <span class="et_social_bottom_trigger"></span>
Share This