Sitting Still Like a Frog kitabının yazarı Eline Snel, Çocuklarla Farkındalık Pratiği Eğitimi’nin beşinci dersini değiştirmek isteyip de değiştiremediklerimize ve bu yöndeki dileklerimizle kurduğumuz ilişkilere ayırmış.
Bu yazının önceki dört yazıdan bir farkı var: Arada Hollanda’ya gidip Eline’den yüz yüze, Çocuklarla Farkındalık/Dikkat Sanatı Eğitmen Eğitimi alma fırsatım oldu. Eline ile bu dersin meditasyonlarını bire bir tecrübe ettim. Bu eğitimde çok içime işleyen bir süreç yaşadığım için de çok daha kişiselleştirebilmiş bir şekilde anlatıyorum bu dersi.
Beşinci dersin odağında kadim Dilek Ağacı Meditasyonu var. Böyle bir meditasyonun var olduğunu bilmeden, kendi başıma benzer bir versiyonunu senelerdir yapıyormuşum da haberim yokmuş. Hayatımla alakalı isteklerimi hep hayal etmiş, kafamın içinde adeta bir film gibi çekmişimdir. Bunun bir meditasyon olduğunu bilmeden. Hatta kocam bana arada “Hayal dünyasında yaşıyorsun, Alice Harikalar Diyarında” diye takılır bu sebepten. Meğer varmış bir hikmeti.
Dilek Ağacı Meditasyonu’nda dileğinin kalbine düşmesini bekleyip, Dilek Ağacı’ndaki beyaz güvercinlerden birinin eline konmasını isteyip dileğini ona fısıldıyorsun. Bu şekilde beyaz güvercine dileğini veriyorsun ve de dileğinle beraber elinden uçup gitmesine izin veriyorsun. Meditasyonun bu kısmı çok önemli – beyaz güvercin dileğinle beraber gözden kayboluyor. Yani dileğin uzaklara giderken, aslında dileğinle alakalı olarak, sabretmeye, güvenebilmeye ve oluruna bırakabilmeye kendi içinde yer açıyorsun.
Eline’le Hollanda’da bu ve benzeri meditasyonları yaparken, dileklerimle olan bağımı bırakabilmenin beni ne kadar özgürleştirdiğini hissetmiştim. Hayal etmek, hayalimde filmini çekmek ne kadar keyifliyse, onunla bağımı bırakabilmek de o kadar hafifletici, akıcı gelmişti. Dilek Ağacı Meditasyonu’yla tanışmadan önceki hayallerim bunu gördükten sonra değişik nebzelerde özgürleşti. Mesela çocuklarla yapmak istediğim çalışmalara dair olanları gökyüzüne saldım gitti, içimde her şeyin olması gerektiği gibi olacağına dair çok köklü bir inanç ve güven var. Ama mesela Türkiye’yle alakalı hayallerim – büyük ihtimalle çok büyük korkular içerdiğinden – diğer hayallerime göre daha fazla mıhlanmış içime, onları bırakması da, bırakıp izlemesi de, “her şeyin olması gerektiği gibi olacağına dair” ufak da olsa bir inancın veya güvenin içimde belirmesi de çok zor. Yazarken bile karnımdaki kasılmayı hissediyorum: Korku çok derin bir his, beni bir çok farkındalıktan çok kolay koparabiliyor.
Size kendi hayallerinizle olan ilişkinizde sabretme, güvenme ve bırakabilme gücü diliyorum. Ne olursa olsun hayal etmekten hiç vazgeçmeyelim.
Sepin İnceer