Eskiden otomobiller yerine atlar ve atlı arabalar vardı. Taşlık bir yoldan geçerken, atın tırnakları kayar dengesini sağlamakta zorlanırdı. Kaymayan, ufacık bir yer, tırnağını geçirecek bir toprak parçası bulduğunda o an için dengesini sağlar ve “buldum!” dercesine kişnerdi.
Şimdilerde de, altyapısı yeterince sağlam olmayan kişiler, ezberleri ile örtüşen bir “bilgi”ye rastladıklarında, ona sıkı sıkıya tutunuyorlar.
Tutundukları yerin, sandıkları kadar sağlam olmadığının farkında değiller. Toprak sanıp tırnaklarını geçirdikleri şeyin balçık olduğunun farkında değiller. Tırnaklarınız, çok kısa bir süre tutarmış gibi olur ama yavaş yavaş kayar ve balçık size fark ettirmeden ayaklarınızdan tutup sizi aşağıya, içine doğru çeker.
Sizi içine doğru çeken bu bataklık; “her duyduğu hakkında ucundan bilgi sahibi olduğu şeyi bildiğini zannetme” bataklığıdır. Zira bir şeyi gerçekten bilmek, bildiğini bir başkasına etraflıca anlatabilmeyi gerektirir.
Örneğin kişi, yıllardır yağın zararlarını dinlemiş. Kolesterolü hep yüksek çıkmasına rağmen, yağlı yemekten geri duramamış, tansiyon hapları ile yaşamı geçiştirirken, bir diplomalı sağlıkçı çıkıyor ve “Kolesterol hücrenin temel yapı taşıdır, zararsızdır” türünden şeyler söyleyerek imdadına yetişiyor.
Kişi tırnağının tutacağı bir yer buldu ya; ‘Eureka!’ diyen Archimedes misali seviniyor, ama bu sevinci pek uzun sürmüyor. Yağlı yemeye hatta belki özellikle yağ yemeye devam ettiği için tansiyonu bir türlü düşmüyor. Tansiyon ilaçlarına devam. Tam kafası karışmışken, aynı diplomalı sağlıkçı konuşmaya devam ediyor. “Şeker sağlığa zararlıdır, yemeyin!” Bak işte bu olmadı! Kişi bir onu yapamıyor işte. Şeker yemeyin, sigara içmeyin! “Yapmayın, etmeyin!” denen şeyleri yapmamayı bir türlü beceremiyor.
Şimdilerde biri çıkıp, ‘Aslında sigaranın zararları yanında faydaları saymakla bitmez’ deyiverse, hemen tutunacak onun da ipine.
Bunlar, kişinin bedensel sağlığı ile ilgili, dolayısı ile diplomalı sağlıkçılarla olan etkileşimi.
Gelelim kişinin zihinsel, duygusal, ruhsal sağlığı ile ilgili, yani bizim gibi diplomalı/sertifikalı pedagog, psikolog, yaşam koçu vb. ile olan etkileşimine:
Nasıl ki bedensel sağlığına zarar veren şeylerden kaçınman senin için iyi olacaksa; zihinsel, duygusal, ruhsal sağlığına zarar veren şeylerden de kaçınsan iyi olur, diyoruz. Kendini kandırma, biliyorsan biliyorum, bilmiyorsan bilmiyorum de, diyoruz. ‘Mış’ gibi yapma, ‘sahte’ olandan ‘kâr’ etmeye kalkıp, ‘sahtekâr’ olma, diyoruz. Özsaygı’nı yükselt, özsorumluluğunu al, başkalarını suçlama, alınganlık yapma, yargılama, kerameti kendinden menkul sanma. Her birey özgündür, ne sen başka birinden değerli ve üstünsün, ne de başka biri senden değerli ve üstündür. Boşuna kendini ispatlamaya çalışma, sakin ol, bütünün parçası olduğunu hatırla, oku, öğren, geliş, değiş, çaba göster, yol al, kendini onayla takdir et, sev, diyoruz. Bu dünyaya sadece yemek, içmek, eğlenmek ve vakit geçirmek için, sana verilen ömrü ‘harcamak’ için gelmiş olamazsın, bir misyonun, hayat amacın olmalı, diyoruz. Diyoruz da diyoruz…
Ama kişiye zor geliyor. Alışageldiğinin dışına çıkmak, alışkanlıklarını değiştirmek zor geliyor. Ezberlerini değiştirmek, bağımlılıklarından kurtulmak zor geliyor. ‘Kişi’ olmaktan birey’ olmaya yapılan yolculuk zor geliyor. Zira kişi insanları kullanıp, eşyalara, sahip olduklarına değer vermeye alışmış.
Sonra birisi çıkıyor ‘ekşi sözlük’ türü destekli/desteksiz, doğru/yalnış atış serbest bir arenada ‘kişisel gelişim saçmalığı’ diye bir şeyler karalıyor.
İşte tam da onun için, ‘tırnağını geçirmek’ için bir fırsat. ‘Zaten bunların boş şeyler olduğunu biliyordum, önüne gelen kişisel gelişimci oluyor… da, da, da, da…’ başlıyor saydırmaya… Aslında çelmeyi takıyor kendi bacağına, ama hiç farkına değil?
Peki, güzel kardeşim; sen önüne gelen berbere mi gidiyorsun?
Manava girince önüne gelen sebzeyi mi alıyorsun?
Çocuğunu önüne gelen okula mı veriyorsun?
Önüne gelen işe mi giriyorsun?
Önüne gelen insanla mı evleniyorsun?
Seçiyorsun değil mi? Yoksa seçmiyor musun?
Peki, sen ömründe kaç defa bir pedagog, psikolog, yetkin bir yaşam koçu ya da bireysel gelişim uzmanına gittin?
Gittiysen önüne gelene mi gittin?
Kaç tane ‘workshop’a katıldın? Egzersizleri/ alıştırmaları hakkını vererek yaptın?
Kaç tane bireysel gelişim kitabı okudun? Okuduysan önüne geleni mi okudun? Ne anladın? Bilgilendin mi? Bilgini kaç kişi ile paylaştın?
Kaç kişi ile bilgi ve duygu alışverişinde bulundun?
Birbirinizi avuttunuz mu? Sıvazladınız mı, pohpohladınız mı?
Yoksa objektif değerlendirme yapıp, hatalarınızı kabul edip, ders çıkarıp, sorumluluğu alıp, gerekli adımları attınız mı?
Yoksa cehaletiniz, cesaretinizi mi engelledi?
Eğer öyleyse, yapacağınız bir şey var.
Basit: Cesaretinizi engelleyen cehaletinizden kurtulun!
Bunun için bol bol okuyun!
Rehberlik alın,
Bir bilene, gerçekten bilene danışın, ‘mış gibi’ yapana değil.
Seçici olun!
Egonuzu şişirenlere değil, özünüze/kendinize iyi gelen uzmanlara gidin.
Kendinizi tanımaya başlayın!
Gerisi gelecektir.
Eşyaya değer verip insanı kullanan “kişi” olmaktan çıkıp, eşyayı kullanan ama insana değer veren “birey” olmaya doğru yol almaya başlayacaksınız. Kolaylıkla, sevgiyle ve güzellikle…
Sezai Değer Şahin