Çok kısa sürede tanıdı ruhları birbirini. Saatlerce konuştular, günlerce paylaştılar.

Anlattıkça anlatıyordu yüreklerinin sesi. Ne çok birikmiş meğer geçmişin izleri. “İnsan anlatmasa bilmiyor böylesine dolu olduğunu,” diyordu içlerindeki ses.

Paylaştıkça yakınlaştılar. Sanki yıllardır ayrıydılar da yeni kavuşmuşlardı. Bedenleri de istiyordu artık buluşmayı. Merak ediyorlardı, heyecanlıydılar. Aslında biraz da korkuyorlardı…

Korkuları büyünün bozulmasıydı.

Hep “kaybetmişlerdi” çünkü geçmişte. O zamanın en doğru kararıyla yaptıkları yanlış seçimler onları yalnızlığa… evet evet, gerçek bir içsel yalnızlığa sürüklemişti.

Şimdi ise çok farklıydı…

Tek başlarına kalsalar dahi yalnız hissetmiyorlardı. Her zaman yan yanaydılar sanki. Müthiş bir coşkuydu bu yaşanan. Sürekli artan bir coşku. Bir süre sonra dayanamadı eller, dudaklar ve tüm beden. Kucakladılar birbirlerini, saatlerce seviştiler, sarıldılar, sarıldılar sabaha kadar…

Onlar sokuldukça birbirine, o güzel büyü daha da sarıp sarmalıyordu ruhlarını.

Farklıydı bu birliktelik, hiç benzemiyordu diğerlerine. 

Kırk yıldır yaşanmayan şefkat, dostluk, sıcaklık ve sevgi on beş günde doldurmuştu içlerini. EVET diyordu iç sesleri “Siz birbiriniz için doğru insanlarsınız”

Dinlediler minik sesi hem de hiç sorgulamadan ve bir  anda karar verdiler bu ayrılık saatlerini ortadan kaldırmaya. Hem kendileri hem de çevrelerindeki herkes şaşkındı…

İkisi de “özgürlüğü” seviyorlardı çünkü.

Kendileri ve birkaç dostları dışında hemen hemen herkes, özellikle de aileleri bu kararın erken olduğunu söylüyordu.

Onlar düşünmüyorlardı ki sadece yaşıyorlardı.

Hem coşkulu hem dingin oluyordu hayat birlikteyken. Her şey çok güzeldi ve başlamıştı hazırlıklar. Hayaller kuruluyordu artık ve kısa sürede eyleme dönüşüyordu.

Hızla ve zevkle akıyordu zaman.

Fakat bir gün bir şey oldu… Kızın midesindeydi ağrı. Ne olduğunu bilmediği bir duygu spazmıydı bu. Oysa anlatıyordu her şeyi, saklı gizli bir şey kalmıyordu aralarında. En önemli şeydi kız için açık iletişim kurmak ve bunu da yapıyordu.

Peki neydi bu yalnızlık ve terkedilmişlik duygusu? 

Uyku uyuyamıyordu  kaç gündür. Gerçekten o kadar önemli miydi verilen bir iki sözün koşullardan  dolayı yapılamamış olması?

Evet ya çok önemliydi çünkü geçmişten gelen deneyimlerinde hep bu vardı. “Olacak canım, daha iyisi olacak” larla geçmişti yedi kocaman -ve en güzel- yılı. “Anlayış göstermeliyim” lerle” kandırmıştı kendini.

Gençliğinin en verimli yıllarını “iyi günler ilerde” nameleriyle kaybetmişti aslında. Şimdi ise hepsi su yüzüne çıkmışlardı…

Zihin devreye giriyordu artık. Sorgulamalar ve içsel konuşmalar başlamıştı… Kız sevgilisinin hangi duygularla bu tür davranışlar sergilediğini bilemediği için açmazda hissediyordu kendini. Belki sevgilisi de korkuyordu! Onun da geçmişten gelen tortuları tıkıyordu belki suyun akışını. Bilemiyordu!..

Bu huzursuzluk durumu üç gün kadar gösterdi kendini. Sonra kız karar verdi konuşmaya. Anlattı ağladı, ağladı anlattı…

Ohhh! Aydınlanıyordu ortalık…

Atıyordu yüklerini anlattıkça ve hafifliyordu. Fakat bu sefer tek kişiydi anlatan ve anlattıkça rahatlayan. Kız anlatıyordu, erkek ise sadece korunuyordu…

O da konuşuyordu aslında içinden gelenleri ama o ses kalpten değil, beyinden geliyordu. Ya da kız o anda kalpten değil, zihinden algılıyordu anlatılanları. Üstelik bu durumu doğrulayan bir sürü puzzle parçası da beliriyordu kafasında.

Örneğin, erkek kızın evinde kaldığı zamanlarda eşyalarını hiç çıkarmazdı çantasından. Acaba neden böyleydi? Sorguluyordu işte! Sanki tüm güzel yaşananlar yok olmuştu da, olumsuz görünen ne varsa gözünün önüne gelmişti.

Bir kaçak vardı yani… Sistemde bir tel kopmak üzereydi sanki. O telin ne olduğunu buldu kız, aynı gecenin sabahında!

BEKLENTİLER!

Evet, beklentiler duyguların önüne geçiyordu. Bilmeden sorguluyorlardı birbirlerini. Hep geçmişten bir fotoğraf geliyordu gözlerinin önüne ve bilinçaltında kıyaslamaya başlıyorlardı. Sabote etmeye çok yakın duruyorlardı bu birlikteliği de.

Aynı geçmişte yaptıkları gibi yine yalnızlığa layık görüyorlardı kendilerini.

Korkunç bir kehanet yine kendini göstermek üzereydi…

İkisinin de 0-6 yaş arasındaki terkedilmişlik duygusu, hep kendilerini cezalandırarak yalnızlığa mahkum bırakan ilişkiler seçmeleriyle sürekli tekrar ediyordu.

Tüyleri ürpererek uyandı kız uykusundan. Titriyordu ve midesi ağrıyordu. Sevgilisi yanında uyuyor olmasına rağmen yalnızdı sanki; yapayalnız…

Bu ruh hali korkuttu onu. Sonra derin derin nefes almak geldi aklına. Aldıkça rahatladı ve huzurla gözlerini kapatarak evrene “Bu sorunumu içimdeki bilgeliğe devrediyorum. O her şeyin çözümünü biliyor,” diyerek bir mesaj gönderdi. Kısa bir uyku hali sonrasında kalktı ve banyoya gitti.

Sevgilisi yanında yatıyor olmasına rağmen, haber vermeden giyinip çıkmaya hazırlanıyordu. Saat sabahın 7.00 siydi. “Ne olursa olsun! Ben özgürüm! Haber vermeden de giderim! O bana kendimi yalnız hissettirdi, ben de onu yalnız bırakıyorum ve gidiyorum,” diyordu içindeki ses ve kız o sesin peşinden gidiyordu…

Sonra bir anda kalakaldı banyodaki aynanın önünde. Neye uğradığını şaşırdı, sanki tokat patlamıştı yüzünde. Diş fırçasını görmüştü.

Evet kendi fırçasının yanında duran sevgilisinin diş fırçasıydı.

Çantasını açmıştı sevgilisi!

Tanrım nasıl bir mesajdı bu!

Yaşlar boşandı kızın yanaklarından. Yalnız olmadığını anladı o anda. Küçücük bir nesne ne de güzel anlatmıştı ona her şeyi.

İşte, umut göz kırpmıştı…

Dur! demişti ona…

Bu sefer konuşan ve peşinden gittiğin sesi iyi tanı! O ses senin içinden değil dışından geliyor.

Sen çok iyi tanıyorsun onu! Evet bu konuşan senin egon. Belki de ilk defa bu kadar net görüyordu kız onu aynada.

Bilgelik yıkmıştı duvarı.

Kehanet gerçekleşmek üzereyken akışı değiştirmişti o küçücük diş fırçası.

Bakmak değil görmekti aslolan!

Kutladı kendini ve içindeki sevgiyi.

Sarıldı sıcacık yanındaki sevgiliye.

 

Share This