Hadım Döngü 

adam,
sıcak yatağına girer gibi girdi acılarına.
kabuslarının koynunda
afyonlu bir fahişeydi hayat.
bekaretini sıkıca tutuyordu avuçları arasında.
ve bağırıyordu avaz avaz.
“hepsi benim
hepsi benim
hepsi ben-im”

korkak düşlerin ıslak çarşaflarından
soyunuyordu adam.
etini sunuyordu hayata.

“al !
al işte hep-si sen-in”

gülüşüyorlardı sonra…
kim neye gülüyordu sor/gula/madan…

ateş ki,
buz soğuğuydu seviştikleri gecelerde.
ve yaralıydı rüzgarı iklimlerinin.
ve kavgalıydı ağaçlarla.

o rüzgarlar ki, paramparça…

ateş ki,
buz soğuğuydu tenlerininin birleşmesinde.

titrek, yapışkan ve yorgun
ve en çok da korkarak düşüyordu adam
çırılçıplak uyanışlara.
gözleri kanıyordu el değmedik yerlerinden.

hayat,
gülmeye devam ediyordu şuh kahkahalarla…
“yak hadi bir sigara daha” diyordu.

yakı-nı-yordu adam.
sıcaktı duman.
ve damağı kül tablası…

söylendi öfkeyle:
“kor basayım küllüğüne”
sustu sonra.
göğsünün yosunlu yanına uzandı elleri.
“hay senin” dedi
aynı öfkenin lanet sesiyle
“hay senin”

kalktı acılarından sonra,
kalktı bir haziran sabahı yatağından çıkar gibi.

yerdeki parkelere
duvardaki resimden bakan gözlere
ters ters baktı.

“bakma, olmuyor.
dağıtmaya hevesliyken insan
düşleri toplanmıyor.
bakma dedim anne
n’oluyor?!”

ufaldıkça ufalıyordu adam,
ev, büyüdükçe yorgun düşüyordu.
atlatıp yalnızlığını yatak odasında duşa giriyordu.

“affet
affedicisindir hep” diyordu sonra.
arınıyordu sevişmelerinden.

pişmanlıkları,
vazgeçilmez korkuları vardı adamın.
hayatın en mahrem yerinden öpmüştü bir kez.
bırakmıyordu dudakları.

acı-nı-yordu yeniden.
susuyordu sonra.
bırakıp bilincini h-içine öylece duruyordu.

akşam oluyordu yeniden günün ince belinde.
ve yeniden soyunuyordu adam,
ağlak fahişesinin etine,
kendi etinden…

acı-ma-lar biriktiriyordu tırnakları arasında.
“hay senin” diyordu…

hadım edilmiş bir döngünün etekliği altında
her gece yeniden aynı düşü görüyordu…

Murat Koç (eskici)
 

***

 ”Hay senin” diyordu dili. Ama içi ”hay benim” diyordu. Kendine kızıyordu ve bunu görmemek için ruhsuz bir halde ruhsuz insanlarla avutuyordu kendini. Ama yetmiyordu. Geçmiş içinde olduğu gibi yaşıyordu hala. Kendine bir kez daha kızıyordu. Geçmişi ile yaptığı hesabı bitirememiş olmasını affedemiyordu. Ve O ‘ na hiç olmazsa sen beni affet diyordu. O ‘ nun kadar affedici olabilmeyi istiyordu. En çok da annesini affetmek istiyordu. Annesinin duvarda ki resminden akan ”beni affet oğlum” bakışlarına bir son verebilmeyi istiyordu.

Bir sigara yakıyordu. Kendi geçmişini de yakabilmeyi ve geçmişinden özgürleşebilmeyi düşlüyordu. Bir haziran sabahı geçmişimle hesaplaşmamı bitirip, yeniden doğmuş olarak çıkabilsem yatağımdan. Bir haziran sabahı yaktığım geçmişimin küllerinden yeniden doğabilsem diyordu. Dirilsem. Uyansam. Kalın perdeleri kaldırsam gözümden ve penceremden. Işık dolsa odama ve benliğime.
Aydınlansa bugünüm ve geleceğim. Işıkla yeniden büyütsem içimdeki çocuğu. Annesiyle ve ağaçlarla barıştırsam. Kendi sevgimle doyursam, büyütsem çocuk ruhumu.

Geçmişte ki benleri küllere gömebilsem. Yeni ben ile ruhum ile sevebilsem. Sevdiğimin ruhu, bedeni ve yüreğiyle bir bütün olarak yaşayabilsek sevgimizi. Tamamlayabilsek birbirimizi. İkiliği bitirebilsek bir olsak. Beni yokedebilsek biz olabilsek, diye geçiriyordu içinden.

Duvardaki resim düştü birden yere. Paramparça oldu. İçindeki kırılma dışına taşmıştı. Sarsıldı olan bitenden. Silkelendi. Kırılan camları temizlemeliydi. Kırılan geçmişinden arınmalıydı.

Zaman gelmişti başlamalıydı. Bütün parçalarını bir araya toplamalıydı. Gerçek beni yaratmalıydı. Bütün benlerinden yeni bir ben doğmalıydı. Kendi kendisinden yeniden doğmalıydı.
 
Yıllardır süregelen bu hadım döngüyü bitirmeliydi. Biliyordu yeni doğmuş bir bebek kadar masumdu hayat çünkü…

”Hoşgeldin bebek yaşama sırası sende.”

Share This