Bir arkadaşım şöyle bir sordu “peki ama duygularımı nasıl yaşayacağım?”.

Bu soruyu duyunca üzüntü hissettim …kendim ve duygularını yaşamaktan uzak olanlarımız adına.
“Kaybettiğim yaşam parçamı nerede bulacağım?” diyormuş gibi geldi…

Bir duyguyu yaşadığımızda tüm kimyamız değişiyor ve artık aynı insan olmuyoruz.

Duyguların özünde bu değişimin getirdiği bilinmezlik ve belirsizlik hali var. Bir sonraki “ben”in kim, nasıl olacağının bilinmezliği…

Yazık ki bize, bilinmeyenin, belirsizliğin korkutucu olduğu öğretilmiş.
Hatta, duyguları zihnimizle kavradığımız müddetçe “güvende”, değişmediğimiz sürece “dengede” kaldığımız anlatılmış. Çocukken doyasıya yaşadığımız duygularla büyüdüğümüzü unutmuşuz.

Vücudumuz sürekli hareket eden bir enerji kütlesi; enerjimizi duygularımız vasıtasıyla hissediyor, hareket ediyoruz. Her bir duygunun da vücudumuzdaki bir organ, bir bölge ile doğrudan bağlantısı var. Duygular yaşandığında o organ ve bölge canlanıyor, yaşam oraya akıyor.

Engellediğimiz duygular ise, içimizdeki akışı da, dışarıyla bağlantımızı da, internet bağlantısının kesilmesi gibi kesiyor.

Örneğin korkularımızla yüzleşmediğimizde böbreğimizle, kendimize kızgınlığımızı ifade edemediğimizde karaciğerimizle olan ilişkimizi zayıflatyoruz.

O duyguyu tekrar tekrar bastırdığımızda, çöpleri evimizin bir yerine yığar gibi, o bölge  beslenmediği için zamanla çürümeye başlıyor (hastalık baş gösteriyor).

Duygularımız ertelendikçe ve sol beynimizin analitik “anlamaya çalışma ” çukuruna düştükçe,  kendimizi bütün insan olmaktan uzaklaştıyoruz.
Duygunun yokluğunda, düşünce ve davranışın uyumsuzluğuyla vücutlarımız katılaşıyor.

Bu şekilde kendimizi ve başkalarını kabul etmemiz,  karşılıksız olarak sevmemiz imkansız.

Arkadaşımın sorusuna dönersek, nasıl yaşayacağız duygularımızı?

YAŞAYARAK.
Kendimize izin vererek. Yapılacak işlerle, ne yaşadığımızı “anlamaya çalışma” düşünceleriyle kendimizi engellemeden, duyguyu geldiği gibi, geçene kadar  yaşayarak.      

Hiç birisi kalıcı değil; bırakalım gelsinler!.

İzin verelim, acıyla da neşeyle de, o anda kimyamız, hücrelerimiz değişsin!.

Tanıdığımızı düşündüğümüz “kendimizi” bir kaybedelim bakalım.

İçimizden gelince ağlayalım, kızalım, neşelenelim, üzülelim, coşalım, hüzünlenelim; hatta hepsini üst üste yaşayalım.

Biraz kendimizi tanımayalım, tanımlamayalım.
Bu bilmediğimiz, doğal kimya denizinin içine atlayarak risk alalım.

Bir şeye mi kızdık, “kızgınlık hissettiğimizi” paylaşalım, yüzümüz de, sözümüz de aynı şeyi anlatsın.

Bizi en çok rahatlatan ifade yöntemini bulalım. Mesela hissettiğimizi o anda  kalemimize aktaralım.

Coşkumuzu, neşemizi, o canlı kıpırtı geldiği anda yaşayalım; dans edelim; kendimize ve yanımızdakilere sarılalım. Etraftakilerin düşüncelerini bırakalım, onlarda kalsın.

Olur olmaz bir yerde, kaybettiğimizin acısı mı içimize doldu….akıtalım gözyaşlarımızı. Ağladığımızı anlayacaklarından duyduğumuz endişeyi de çöpe atalım.

“Böyle koyverdiğimde, karşımdakiler ne düşünecek, onlara zarar vermez miyim, şaşırmazlar mı?” diyorsanız içinizden;

O zaman şunu da sormalı; bu güne kadar hissetmeye izin vermediğimiz duygularımızın birikmiş toksinleriyle, tutmadığımız yaslarla kendimizi ve çevremizi zehirlemedik mi?
Duygular kontrolsüzce patladığında büyük kayıplar yaşamadık mı?.
Mutsuzluğumuzun bedelini biz de, bedenimiz de, sevdiklerimiz de ödemiyor mu?

Önce evin o köşesinde birktirdiklerimizi bir bir yerlerinden çıkartalım.
Yıllardır kendimize duyduğumuz öfkenin, sevginin, suçluluk duygusunun dışarı sızdırdıkları yerine, kendisini cesaretle salıverelim dışarıya.
Bakalım hangileri kalacak, hangileri gidecek…kaçını boşuna taşımışız bu güne kadar.

“Hakk’ın karşına çıkardığı değişimlere direnmek yerine, teslim ol. Bırak hayat sana rağmen değil, seninle beraber aksın. “Düzenim bozulur, hayatımın altı üstüne gelir” diye endişe etme. Ne biliyorsun hayatın altının üstünden daha iyi olmadığını.” (“Aşk” kitabından).

Çoğumuz duygularımızı geldiği gibi yaşamak konusunda acemiyiz; ama cebimizde çocukluğumuzun duygu tecrübesi ve vücudumuzun bilgeliği var.

Gerçek dostlarımız, kendimizi geri alma çalışmamızı destekliyor olacaktır..

Kısa zamanda, duygularımızı doğru yerde en doğal haliyle ifade etmeyi hatırlayacağız. Duygumuzun köprüsü, düşüncelerimizi ve davranışlarımızı birleştirecek. İçsel dürüstlüğümüz arttıkça, bireysel sorumluluğumuz da güçlenecek.
Vücudumuza yeniden yaşam dolacak, canlanacak.

“Kendimiz gibi” değil, “Kendimiz”olalım.

Güveniyorum ki, geride kalan boşlukları bir daha benzer duygularla tıka basa doldurmazsak,  yaşam orada yeniden çiçek açacak. Kendimizi hak ettiğimiz gibi sevmeye başlayacağız.

Not: Ben bu dönemi içimde yaşamaktayken, 6-7 senedir hiç çiçek açmayan, rengini dahi unuttuğum  menekşe, yıllardır durduğu yerde, pembe çiçekler açtı.

Çok Mutlu “Hissediyorum” 🙂

Share This