Hayat bir yolculuk ve bu yolda ilerlerken, bazı noktalarda yol ayırımına geliyoruz. Ya birini seçmek durumundayız, ya da ötekini.

Bazen içgüdülerimizle hareket eder ve seçimi ona göre yaparız. Bazen de, bizden öncekiler o yolu seçtiği için, biz de o yolu seçeriz.

Ayak izlerine bakarız.

Ben bundan kaçtım hep…

Çoğunluk neyi seçtiyse uzak durdum, başka yollar aradım durdum kendime.

Dik başlı olduğum için değil, değişiklik olsun diye de değil. Etrafıma dönüp baktığımda çoğunluğun mutsuz olduğunu gördüğüm için. Bu insanlar mutsuzsa, onları takip etmenin bana fayda sağlamayacağını düşündüm.

Düşündüm düşünmesine de, sonradan anladım ki, önemli olan yol değil, yolun nasıl ilerlendiğiymiş.

Yıllar öncesi…Bir yaz sabahı…

Uzun bir yol. İlerde yol ayrımı. Yol ayrımına gelmeden önce bir silüet beliriyor yanımda. Dönüp bakıyorum, el sallıyorum ona. O zamanlar bunun bir veda olduğunu bilmiyorum.

Bir arabada ilerliyorum. Ondan yavaşça uzaklaşıyorum. Arabayı ben kullanmıyorum. Kader beni nereye götürüyorsa oraya gidiyorum. O zamanlar kaderin aslında bizim seçimlerimizden ibaret olduğunu bilmiyorum.

Öteki yol daha güzel aslında. Bir patika gibi. Her iki yanı da çiçeklerle süslü ve yolun sonunda masmavi deniz var.

O zamanlar maviye küs değildim.

Seçilen yolun sonunda bir başka silüet beliriyor yanımda. Meğer ne çok insan girip çıkıyor hayatımıza.

Onunla konuşurken buluyorum kendimi sonra. Bir gemiye biniyoruz ve uzun bir yolculuğa çıkıyoruz birlikte. Gemide başkaları da var ama ben kimseyi tanımıyorum. Benim yol arkadaşım o.

Tıpkı diğer yolculuklarda olduğu gibi, bunda da yol ayrımı çıkıyor karşımıza. Akdeniz ve Karadeniz.

Akdeniz’i sürekli gördüğümüzden midir, nedendir bilmem, Karadeniz’i seçiyoruz biz.

Akdeniz ‘in uysal maviliğine karşı, Karadeniz’in üzerinde siyah bir hüzün örtülüydü. Hüzün bize çok yakışıyordu.

O zamanlar maviye küs değildim.

Neler yaşanmadı ki bu yolculukta. Fırtınalar, kasırgalar. Sürekli azgın dalgalarla boğuştuk durduk. Yaşanılanlar bir doğa olayı değildi bizim için. Birer bedeldi. Seçilmeyeni seçmenin bedeliydi. Çaresi yoktu. Usulca eğdik başımızı, kabullendik bedelleri ödemeyi.

Uzun zaman sonra, güneş açtı, dağıldı bulutlar .Hüzün örtüsü, güneşin parıltısı ile yer değiştirdi. Yolcular el ele tutuşup oyunlar oynadılar.

Sonra uzakta bir ada gördüler… Şaşırdılar..

Yolculuğa başladıkları yere geri dönmüşlerdi. Niye bunu kimse söylememişti?

Güneş tepede parlarken, buz kesiyor içim.

O an farkediyorum ki, Karadeniz’i sevmemiş o. Ne kadar acı verse de, onu anlıyorum ve onu sonsuz mutluluk dileklerimle uğurluyorum .

Limanda, paslı bir tabela asılı; Elvedalar Limanı.

Onu o limanda bırakırken, farkettim ki aslında hiç denize indirmemiş gemisini. Ben azgın dalgalarla birlikte boğuştuğumuzu zannederken, o bir film senaryosunun yapaylığında yaşamış herşeyi.

Benim hayatım ‘trajedi’ , onun oyunu ‘komedi’.

Şimdi, kuytu bir körfezde yakıt dolduruyorum gemime. Daha gidilecek yolum, yaşanacak hikayelerim var benim.

Bundan sonrasını bilemiyorum. Yaşanılmayan hayatın, seçilmeyen yolun neler barındırdığı bilinemez.

Düdük çalıyor, hayat beni çağırıyor. Gitmeliyim. Hoşça kalın tüm yolcular…

(Rüyamı süsleyen mavi gözlü çocuk. Bil ki maviye küs değilim şu an. Senin maviliğin de en az benimki kadar bol olsun. O kadar mutlu ol ki, mutluluk mavi gözlerinden taşsın, sel olsun. Elindeki oyuncak benim tek kanıtım olsun.)

Share This