Bir eşyanın adının arkasına iyelik eki eklemek niye ?  Benim çantam, benim kazağım, benim arabam, benim evim…

Bizi bir eşyanın sahibi yapan ne? O eşya için ödediğimiz para ya da bedel mi, o eşyaya yüklediğimiz anlam mı yoksa onun bizde doldurduğu boşluk mu?

Son bir yıl boyunca hiç kullanmadığım eşyaları vermek üzere, evde hummalı bir çalışmaya girdiğim gün düşündüm bunları. Uzun zamandır hiç kullanmadığım ve bir daha da hiç kullanmayacağımı bildiğim bazı eşyalarla bir türlü vedalaşamadığımı fark ettim… Bir kazağı çekmeceden çıkarıp verilecekler kutusuna koyduğumda, anlam veremediğim bir rahatsızlık duygusu uyanıyordu içimde. Ya da dolapta durduğunu bile unuttuğum bir çantayı verirsem sanki bir parçam benden kopup gidecek ve bıraktığı yer boş kalacak hissi.

Kendimizi ne çok eşyayla kuşattığımızı fark ettim hayretle. Evimizin dekorasyonundan, giysilerimize, aksesuarlarımızdan mutfak eşyalarına kadar bin bir çeşit eşya ile dolu her yanımız. Dünyaya çırılçıplak geldiğimiz o mucize anın üzerinden çok değil birkaç 10 yıl geçmiş sadece ve şu an sahibi olduğumuzu iddia ettiğimiz eşyalar koca bir kamyonu dolduruyor. Dünyadan yine çırılçıplak ayrılacağımız o belirsiz anda, bu eşyaların hiçbirini yanımızda götüremeyeceğimizi gayet iyi biliyoruz, ama yine de şu anki varlığımızı onlarla bütünlemekten de kendimizi alamıyoruz.

Sahip olma ihtiyacı çok güçlü bir duygu. İnsan, kendi varlığını ve eşsizliğini sadece “olarak” yaşayabilecekken, çok küçük yaşlardan beri “sahip olarak” kendini var etmeye programlanıyor. Para sahibi olmak, iyi bir meslek sahibi olmak, iyi bir eş ve çocuk sahibi olmak, güzel bir ev ve araba sahibi olmak, vesaire vesaire…Sahip olma ihtiyacı, çok güçlü olan başka bir duyguyla bir arada gelişiyor çoğu zaman: Güven ihtiyacı…  Ve biz,  güven ihtiyacımızı “sahip olma” güdümüzle beslemeye başlıyoruz.

İşte belki de bunun için ekliyoruz eşya adlarına iyelik eklerini. Arabamızın son model olmasıyla, giysilerimizin modaya uygun olmasıyla, porselen yemek takımlarımızın zarafetiyle, televizyonumuzun görüntü kalitesiyle övünerek güven ihtiyacımızı tatmin etmeye çalışıyoruz. Kendimizi sahip olduklarımızla var etmeye çalışıyoruz.

Bu süreçte, “sahip olduğumuz”u sandığımız eşyaların, yavaş yavaş esiri olmaya başladığımızı çok geç fark ediyoruz, hatta kimilerimiz hiçbir zaman fark edemiyor bile. Sadece olduğumuz gibi ve olduğumuz kadar “olduğumuzda” da eşsiz ve mükemmel olduğumuzu unutalı çok olmuş. Bizi gerçekten besleyenin ve geliştirenin doğduğumuz anda da içimizde var olan yaşam enerjimiz ve sevgi potansiyelimiz olduğunu hatırlamıyoruz bile. Sadece içimizde bir yerlerde biliyoruz ki sahip olmak mutlu etmiyor insanı, hep eksik kalıyor bir şeyler ve biz bu eksikliği daha çok şeye sahip olarak doldurmaya çalışıyoruz, belki de mutlu olmak için bildiğimiz tek yol bu olduğu için.

Bunları düşündüğüm günlerde, bir akşam, arabanın camını kırarak krem ve makyaj malzemeleri ile dolu makyaj çantasını aldılar. Bu deneyimi, tam da ihtiyacım olduğu sırada bana yaşattığı için evrene şükran duyuyorum. Çünkü bu deneyim bana, yaşamımızda eşyaların öneminin azalmasının, ancak kendimizi ve tüm evreni sevme potansiyelimizin açığa çıkması ile mümkün olabileceğini gösterdi.

Aynı bakış açısıyla, eşyaların yaşamımızdaki önemini bilinçli olarak azaltmayı seçmenin de sevgi potansiyelimizin açığa çıkmasını sağlayabileceğini.

İşe, günlük konuşmalarımızda, eşya isimlerine eklediğimiz iyelik eklerini kaldırmakla başlayabiliriz mesela. Kullandığımız eşyalara “benim” demekten vazgeçebiliriz. Eşyalarımızla, hem de en çok sevdiklerimizden başlayarak, vedalaşabiliriz. Bu eşyaları onlara gerçekten ihtiyacı olan kişilerle paylaşabiliriz. Ruhumuzda doğacak boşluğu da yeni eşyalarla değil de sevgiyle, anlamla, paylaşımın vereceği huzurla doldurmayı seçebiliriz. Önce eşyaların esiri olmaktan vazgeçebiliriz, sonra da yavaş yavaş sahip olduğumuzu düşündüğümüz her şeyin. Sahip olduğumuzu düşündüğümüz her şeyin, aslında bize sahip olduğunu ve onları kaybetme korkusunun özgürlüğümüzü kısıtladığını fark edebiliriz.

İşte o zaman, gerçekte sahip olduğumuz tek şeyle, yani kendi eşsizliğimizle ve sevgi potansiyelimizle, yeniden buluşuruz. Gerçek mutluluk ve huzuru o zaman duyumsarız, bu dünyadan çırılçıplak ayrılacağımız o belirsiz ana kadar… Ve belki kim bilir, sonrasında da….

Share This