Az önce sevgili Nil Gün’ün ‘Mutluluk için 19 öneri’ adlı derlemesini okudum ve ilk öneri beni derinden yaraladı; ’Doğru kişi ile evlen. Sadece bu karar mutluluğunun ya da mutsuzluğunun yüzde ellisini belirler.’

Evlilik, daha doğrusu evlilik kurumu üzerinde, oldukça düşündüğüm bu dönemde böyle bir maddeyle karşılaşmak beni daha da çok düşünmeye ve düşüncelerimi de sizlerle paylaşmaya itti.

Bu konuyu tamamen kendi düşüncelerime dayanarak ele alıyorum… Yanlış anlaşılmasın, evli falan da değilim. Sadece ‘yaşın gelmiş’ gibi kalıp olmuş cümlelerin altına sığınarak, özel yaşantımı sorgulama cesareti gösteren insanlarla, güzel ailemin bana sunduğu sonsuz hoşgörü ve anlayışın ortasında kalakalmış genç bir kız olarak yazıyorum.

Geçtiğimiz günlerde 14 Şubat’ı kutladık… Kimimiz bir günlük ‘sevgi gösterişi’ karşısında ‘mutluluktan ölen’ rolünü oynadı, kimimiz unutulduğu için ‘dünyanın sonu’ sahnesini canlandırdı.

Bence bu yapay davranışlara hiç gerek yoktu. Yapay davranışlar sergilemek yerine, oturup ciddi bir şekilde, sevgi üzerine, aşk üzerine, evlilik üzerine düşünme zamanıydı. Ben öyle yaptım. Yaptım yapmasına da işin içinden bir türlü çıkamadım…

Neden mi? Nedenini anlamanız için gördüğüm ve yaşadığım bazı olayları sizinle paylaşıyorum.

İşin içinden çıkamıyorum çünkü; bir insanın ruhunu sahiplenmek için parmağına yüzük takmak pek mantıklı gelmiyor bana. Normalde çok hoş durması beklenen o yüzük, nedense kelepçe gibi duruyor kiminin parmağında. Ruhun kelepçesi.

Paylaşılan hiçbir şey yokken, o yüzükle ortalarda ‘Biz hayatı paylaşıyoruz’ dercesine gezinmek, çevremizdeki insanları ve de en önemlisi kendimizi kandırmaktan başka bişey değil.

Evliliğinde problem yaşayan insanların  çoğu ise ‘Çocuğum için katlanıyorum’ diye bir bahane uydurmuşlar. Sizce bu tutum, o çoçuğun hayatına yapılan çok büyük haksızlık değil de ne?

Saygı benim için sadece benden yaşça büyük kişilere karşı sergilenen bir davranış şekli değil. Ben, her ne yaşta olursa olsun her bireyin hayatına saygı duyulmasının gerektiğini düşünenlerdenim. Maalesef bu tutum, o küçük, saf hayata yapılan koskocaman bir saygısızlık.

Çoğumuz için küçük yaşlarda anne babamızın ayrılacağı fikri en korkunç filmden bile daha korkunç bir senaryodur. Tabi ki ayrılık fikrine alışılması zordur. Ancak sürekli tartışmaların yaşandığı bir ortamda o çoçuğun ne kadar sağlıklı geliştiği de meçhuldur.

Bir de aileleri için en uygun insanı arayanlar var. Bu kişiler bulduğu münasip eş adayı ile kendilerinin değil esasen ailelerinin evlilik yaptığının farketmiyorlar.

Farkedemezler de çünkü bu kişiler düşünmekten yoruldukları için, düşünürken zahmete girdikleri için, başkalarının onlar için en uygununu düşünüp bulmasını beklerler. Hem böyle olursa durum daha garantilidir. Yanlış bir düşüncenin bedelini ödemezler. Hatta ola ki aile seçimde hata yapmışsa onları suçlamak da daha kolaydır.

Zengin biri ile evlenmenin hayattaki en büyük lütuf olduğunu sananlar da var bu hayatta.

Bu insanlar esas zenginliğin gönül zenginliği olduğunu unutuyorlar.

Kendimi ele alacak olursam, ben zengin biriyle evlenmek yerine, kendim zengin olmak isterdim. Bu doğrultuda da ilerlediğime inanıyorum çünkü çok sevdiğim bir mesleğim var. Şu an eğitimime devam ediyor olsam da gelecekte beni yatağımdan heyecanla kaldıracak bir işe sahip olacağımı ve işimi ne kadar seversem o kadar çok kazanacağımı biliyorum. 

Çevrenin takdirini toplamak adına doktor ya da mühendis gibi itibar sahibi insanlarla evlenmeyi seçenlerin sayısı da hiç az değil. Bu insanların hayatta takdir edilecek birşey yapmadıkları ne kadar da belli değil mi? Kendileri takdir edilecek meslekler seçmedikleri için, ya da takdir toplayacak davranışlar sergilemedikleri için böyle bir yanılgı içine düşüyorlar.

Kendileri gibi yaşarken, ‘mış’ gibi yaşamayı tercih ediyorlar. Her insanın kişiliğinin, karakterinin farklı olduğunu unutuyorlar. Sanki herkesin aynı olma zorunluluğu varmış gibi düşünüyorlar. Bu noktada da kendilerinden uzaklaşıp esas mutsuzluğun içine cuup diye düşüyorlar.

Ve yasak aşk!!

Bu dünyada yasak aşk yaşayan kötü (!) insanlar da var. Böyleleri varsa çevrenizde, onlardan uzak (!) durun olur mu? Çünkü bu insanlar kimin ne diyeceğine pek kulak asmayan, duygularına önem veren, engel tanımayan insanlardır.

Bu özelliklerin bulaşıcı olduğu tıp alanında hala kesinlik kazanmasa da ‘Körle yatan şaşı kalkar’ misali size de bulaşabilirler.

Sevgili Nil Gün, ‘Yaşam Cesurları Sever’ adlı kitabında şöyle demiş: ‘Bu toplumda iyi aile kızları da evli bir erkeğe aşık olabiliyor. Evli erkeğe aşık olmak sadece kötü aile kızlarına mı mahsus?’ …

Herzamanki gibi ne kadar güzel demiş. Yüreğine sağlık.

Olamaz böyle bir şey, diyorsanız, size tanık olduğum ‘Yasak ‘ bir aşkı anlatmak istiyorum:

Bu hikayede iki baş rol oyuncumuz var. Biri, hayatla yeni tanışan genç bir kız, ötekisi ise kızdan 15 yıl fazla hayat tecrübesi ile evli bir erkek.

İlk tanıştıkları andan itibaren ortaya çıkan ve her gün büyüyerek devam eden bir sevgi. Kız iyi bir aile kızı, eğitimli. Adam ise bildiğiniz o çapkınlardan biri değil. Eğitimli ve itibar sahibi bir mesleği var. Hiç el ele tutuşmamış, hiç öpüşmemiş iki insan. Tek yaptıkları  içlerindeki sevgi açlıklarını doldurmak istercesine birbirlerini kucaklamak. Birbirlerini anlıyorlar, daha da önemlisi anlamak için gayret gösteriyorlar.

Birlikteyken çok gülseler de, çoğu zaman bu yasak karşısında donuklaşıyor bakışlar. Birbirlerinin de en büyük destekçileri… Adam her tecrübesini aktarıyor kıza, buna evlilik de dahil. Kendi yaptığı hatayı yapmaması için kızı uyarıyor, ‘Evleneceğin insanı dikkatli seç’ diyor, kendini hesaba katmadan ve kızın ileride birini bulup, mutlu bir evlilik yapacağına inanmak istercesine.

Kız, adamın eşinden ayrılmasını istemiyor. Adam da eşinden ayrılamıyor. Ödenecek bedeller belli. Ne adam kıza bu bedelleri ödetmek istiyor, ne de kız adama. Peki sonuç? Onlar başka bir hayatta, başka şekilde karşılaşmayı seçtiler.Bir umut ‘Belki’ diye her yeni güne uyanıyorlar, yaşamaktan ve aşklarını kalplerinde yaşatıyor olmaktan hoşnut.

‘Her aile bir ağaçtır. Bazen yapraklar dökülür,bazen çiçekler açar.’ Bir aile kurmadan önce, bir hayatı paylaşmadan önce neleri, ne kadar göze alabileceğinizi düşünün. Yanınızdakine bir kez daha dönüp bakın. Eğer ‘Doğru insan’ diyebiliyorsanız, ne mutlu size!

Bu küçük yürekten, siz büyük yüreklere bir uyarıydı bu yazı. Düşünün ve bir daha düşünün. Kimsenin hayatını ona zindan etmeyin, kimsenin mutluluğunu elinden çalmayın.

Kelepçe değil, yüzük takanlardan olmanız dileği ile, hoşça kalın …
  

Share This