“Ben bir şeyleri zorlamadım. İşler bana geldi…
Ayrıca benim için ‘olsa da olur, olmasa da’ işlerdi bunlar.”

“Benim yaşadığım şeyler, insanlar, durumlar, olaylar bana ait olmalı. Bana ait olmadığını hissettiğim an, artıları var diye o işe devam etmem. Bu bana haksızlık olur.”

“Eğer bir gün, kendi hayatımdan vazgeçmek zorunda kalırsam
bu işten de vazgeçerim.”

“Bir kere ödün vermeye başlar,
bir kere kendimi kısıtlarsam, bunun devamı gelir.”

“Benim için kalite çok önemli. İyi ve kaliteli işler yapmak istiyorum.”

“Kariyerimle ilgili olarak ileri adım atmak istiyorum. Hayatımda her şey spontane olduğu için, bu anlamda her şeyi hayata bırakıyorum.
Her şeyi akışına bıraktım.”

***

Bu cümleler, dizi oyunculuğu ve bu yaz Bodrum’da çekilen fotoğrafları ile hem Türkiye’de hem Ortadoğu’da ünlenen Tuba Büyüküstün’e ait.

TV’de dizi fragmanını seyrettiğimde Tuba’nın duru güzelliği ve gözlerindeki derinlik beni çok etkilemişti. Evet, içinde bulunduğu durum bir ‘rol’dü ama duruşu, etrafına yaydığı enerji farklıydı.

Bir gazetemizin ekinde röportajına rastladığımda okumak geldi içimden. Okudukça Tuba’nın kendine ve yaşama dair yukarıdaki cümlelerini sizinle paylaşmak istedim.

Geçen gün Kuraldışı kitap sitemizde “Bu Benim Ismarladığım Hayat Değil” isimli kitapla karşılaştığımda, bu kitap isminin çoğunluğumuz için geçerli bir cümle olduğunu düşündüm.

Tuba da bundan bahsediyordu röportajında. O yaşamı için planlar yaparken, hedeflerini belirlerken, yaşam ona spontan bir şekilde farklı kapılar açmış, farklı yollar çıkarmıştı karşısına.

Ben kendi hayatım için de bunu rahatlıkla söyleyebilirim. Yaşamın bana sunduğu fırsatları değerlendirmek güzeldi ve ben bu fırsatları değerlendirdikçe yeni yeni yollar açıldı önümde, daha önce hiç düşünmediğim, hayal etmediğim, planlamadığım.

Bu noktada kafamız karışabiliyor biraz. Sürekli yazıldığı, çizildiği, söylendiği şekilde hedef belirlemek, plan yapmak, hayallerimizin olması çok önemliyse yaşamın spontanitesi ve hiç akla gelmeyen yollara sapmanın anlamı nedir?

Bu, bana göre, yaşamlarımızdaki tattır. Baharattır. Hoş bir koku katar, görünümü gizemli ve mistik bir şekilde güzelleştirir, her hücremizle yaşadığımızı hissettirir…

Hayal, hedef, plan, eylem; bunların hepsi çok değerlidir. Soluk aldığımız her anda hayallerimiz hedeflere, hedeflerimiz planlara, planlarımız eylemlere dönüşüyorsa yaşamlarımız anlamlı bir yaşam yolu bulmuş demektir.

Bütün bunların temelinde ise değerlerimiz yatar. Yaşam temelimizde yer alan değerlerimiz kararlarımızı biçimlendirir. Tuba’nın yukarıdaki cümlelerinde yaşam değerlerini okuyoruz aslında. Bu değerler içimizde ne kadar netse gidişatımızı belirlemek de o kadar kolay olur.

Bir bireyin değerleri arasında kalite, kendine saygı ve evrenin akışına saygı varsa, hayat ona güzel hediyeler sunmakta bonkör davranacaktır. Tabii ki hediyeleri açıp açmamak, kullanıp kullanmamak bireyin özgür iradesinin seçimidir.

Değerlerini oturtmuş, hayalleri, hedefleri, planları, eylemleri olan bir bireye, en önemlisi değişime açık bir bireye, evren çeşitli şakalar yapabilir. Birey buna uygun bir yapıya sahipse onunla şakalaşmak tüm evren için hoş bir deneyimdir. Ve birey yaşamındaki spontaniteyi onurlandırdıkça yaşamın debisinin artması, daha da coşması kaçınılmazdır.

Hayallerimizin, hedeflerimizin, planlarımızın, eylemlerimizin olması bir şeydir; hayallerimizin, hedeflerimizin, planlarımızın, eylemlerimizin esiri olmak, esnekliğimizi yitirmek, şakadan anlamaz hale gelmek başka bir şeydir…

Yaşamını gerçek anlamda akışına bırakmış her bireyin ciddi yaşam planları vardır. Bu yaşam planlarına uygun eylemleri, değerlerine uygun olarak gerçekleştiriyorlarken, evren ani şakalarla kendini hissettirebilir. Bundan sonrası tamamen şakaya tahammülümüzle ilgilidir… 😉

Share This