Bilmez miyiz sanki oyunlarını?… 

Her seferinde ‘’yenilendim’’ deyip çıkarsın karşımıza ama nedense her yeni versiyonunda eskiyi aratan bir arıza bulunur mutlaka. O arızlar ki süregiden yılın herhangi bir yarısında o ‘’bozuk’’ yılı üreticiye geri verip eski versiyonu talep etme arzusu doğurur insanda.

Tamam tamam… Satılan mal geri alınmazmış bu alemde. Bildik.

Gelen gideni aratırmış; amma giden de aslında pek bir matah değilmiş; sadece, gelenin açtığı yeni yaralara karşı çaresizlikten sığınılan kullanım süresi dolmuş bayat bir merhemmiş ki hekimler ısrarla ‘’yeni yaralara vadesi dolmuş merhemleri sürmeyin,’’ dermiş. Öğrendik

Ermişler asırlar boyu, ‘’Bu da geçer yahu, zaten hepsi bir masal, gölgeden ibaret,’’ demişler. Duyduk.

Ve duyduklarımızla, ve öğrendiklerimizle, ve bildiklerimizle, an be an birini kapatıp diğerini açtığımız dairelerden birini daha kapatıp yenisine geçeceğiz birkaç saat sonra.

Kimimiz kalabalıkların içinde yapayalnız eğlenip gülüyormuş gibi yapacağız, kimimiz kalabalık bir hüzne kapılacağız tekbaşınalıklarımızda, en şanslılarımız da sevdiklerimizle beraber, nefes nefese, kalp kalbe –gezegendeki tüm olumsuzluklara rağmen- umut dolu beklentilerimizi şükürlerimizle sarmalayıp sunacağız hayata.

Ve içimizin ta derinlerinde hayatın epik bir senaryodan ibaret olduğunu bileceğiz…. Zaman önemli değildir bu senaryoda. Adına zaman denmiş belli belirsiz bir yolda, büklüm büklüm, kıvrıla kıvrıla ilerler hayat. Mesajlarını içten dışa, dıştan içe açılımlarla pekiştire pekiştire, sindirte sindirte verir. En ilerlemiyor sandığımız, hatta geri gidiyor sandığımız anlar, en büyük sıçrayışların kurgulandığı sahnelere dahildir aslında.

Başrolünü oynadığımız bu hayatta, bir yandan rolümüzü oynarken bir yandan da gösterilen filmi izlemeyi başarabilirsek eğer, hele bir de ayrıntılarda, yani büyük sahnelerin küçük planlarında kaybolmamayı becerebilirsek ne kadar eşsiz bir sanat eseriyle karşı karşıya olduğumuzun farkına varabiliriz belki.

Ve işte o zaman biliriz ki korku, vehimlerden ibarettir ve eninde sonunda mutlak yok oluşa mahkumdur. Gördüğümüz, içselleştirdiğimiz tüm güzellikler ise ruhumuzun, yani öz benliğimizin asli unsurları olarak sonsuza kadar varolacaktır.

Share This