Bu yazıyı okumadan önce Aşk ve Sevgi Üzerine başlıklı yazıyı okumanızı istiyorum sizden…

Bana ilginç geldi ve o konudaki düşüncelerimi paylaşmak istedim sizinle…

Bana kalırsa yazar ‘’aşk’’ı tanımlarken insanların çoğunun aşk sandıkları yanılsamadan bahsediyor bu yazıda…

Yakıp kavuran, yıkan, bencil ve dışsal niteliklere bağlı bir aşk egonun hevesinden başka ne olabilir ki… Bu çeşit bir aşk tanımı bence gerçek aşkın gölgesinden başka bir şey değil -ki niceleri telef olmuştur o karanlığın peşinden giderken.

Yazarın, aşk ile kıyasladığı sevgi ise tam bir koşulsuz sevgi tanımı…

Bence, koşulsuz sevgi, sevginin en üst ve gerçek aşk ile birleşen boyutudur… O boyutta sevgi ile aşkı birbirinden ayırmak olası değildir zaten. 

Ne yazık ki insanlar koşulsuz sevgiyi, yani gerçek aşkı öğrenmek için -en azından birkaç kere- aşk yanılsamasından geçmek zorunda…

Gerçek aşk, kişinin kendi ruhunu ortaya çıkarmadan, egosundan sıyrılmadan ulaşabileceği bir şey hiç değil. Ona ulaşana kadar da ‘’aşk’’ adını verdiği bir takım yanılsamaların peşinde koşar durur insan.

Kimisi egosunun ihtiyaçlarını en iyi karşıladığını sandığı birine aşık (!)olur, kimisi de aslında ne olduğunu hiç bilemediği hayali bir aşk imgesi peşinde koşarken karşısına çıkan insanları nesne olarak kullanır ve tam bir yakınlaşma olmadan, kendine ve karşısındakine gerçek aşkı deneyimleme fırsatı tanımadan kaçar gider. Çünkü, için için bilir ki gerçekten aşık olmak, aşkı yaşamak için yakınlaşması, tarafların birbirlerini oldukları gibi ‘’gün ışığında’’ görmesi, yazarın dediği gibi tanışmaları gerekir.

Gölgelerinin yarattığı korkunun esiri olmuş biri ise ne kendisini açabilir, ne de karşısındakinin açılmasına tahammül edebilir. Gölgelerin her şeyi yutacağından korkar.

Öyle biri için, aşkın peşinde koşmak ve asla ulaşamamak aşkı yaşamaktan çok daha güvenilirdir.

Hayali bir aşkın peşinden koşmayı sürdürdüğü sürece kendinden kaçabilecektir çünkü. 

Ancak bu kısır döngüyü farkederek içinden çıkma cesareti gösterebilenler ulaşabilirler gerçek aşka. O durumda da zaten sevgi ve aşk ayrımı kalmaz.

Çünkü, sevgi en koşulsuz, en ışıklı haliyle kendini gösterdiğinde, onun, içinde her türlü rengi ve heyecanı barındıran gerçek aşk olduğu da anlaşılır.

Gerçek aşkın merkezinde sonsuz bir dinginlik ile sınırsız bir heyecan  içiçe geçmiştir çünkü. 

Gelin görün ki hiç kimse aşkın merkezine kendi merkezinden geçmeden gidemez.

Kendinden kaçan, kendini bilemeyen ve kendiyle barışık olmayan insan, bir başkasını sevmeyi de aşık olmayı da bilemez … O, ‘’sahte’’ aşklarla oyalanırken hep başkalarını ve dış koşulları suçlar, sürekli aradığını bulamadığından yakınır.

Asıl kayıp olanın kendisi olduğunu idrak edene kadar da sürer gider bu durum.

Share This