Geçenlerde, bir erkek dostumla ile aramızda, kadın erkek üzerine sonu gelmeyecek gibi görünen güler yüzlü bir sohbet başlamıştı. Bir ara arkadaşım, kadınların aslında birçok konuda gerçekten de erkeklerden daha güçlü, daha dirençli ve daha dayanıklı olduklarını kabul ettiğini söyledi.

Kadın sevdiğinde sahiplenir, kadın sevdiği uğruna her şeyi göze alır, yaratıcıdır ama yok edici de olabilir, kadın acıya dayanır, yokluğa dirençlidir.

Peki ama bu gücün kaynağı nedir, diyordu, karşımdaki erkek!

Ona hiç tereddüt etmeden cevap verirken, aslında çok önemli bir noktaya değiniyordum:

Kadının gücü, yaratıcılığından kaynaklanıyor, dedim…

Erkeğin yoksun olduğu bir yaratıcılık: Doğurganlık…

Evet arkadaşım, çocuk doğurmak basit bir olay değil. Kendinden bir varlık yaratıyorsun. İçinde büyütüyorsun onu ve kendi varlığının bir parçası olarak hayat veriyorsun. 

Kuşkusuz kadın içindeki varlığa can verirken aylar boyunca tanrıyla bütünleşiyor.

İnsanlık var olduğundan beri bu yüzdendir ki bereketli her şeye ana denmiş, vatan anaya benzetilmiş, toprak anaya benzetilmiş ve ana tanrıçalara tapınılmış, salt yaratıcı olarak da değil aynı zamanda yok edici olarak da bilinmiş ana tanrıçalar, efsane kahramanı kadınlar, Medea gibi, Salome gibi!
        
Doğurganlık nasıl bir şeydir dersek, kadın doğurmasa da bu yaratıcılığını içinde taşıdığı için özel bir varlık, unutmayalım ki her ay adet dönemlerinde kadın yaratıcılığının sancısını çekiyor ve bu özelliği de ona her şeye dayanma gücü veriyor, bu yüzden sevgisinde şefkat ağır basıyor.

Gebelik ise kadının hayatında öylesine bir mucize ki, onu kendi içine baktırıyor, kendi kendini çoğaltarak bir can yaratmanın sancısını taşıyor, ağrısıyla, ağırlığı ile. Aylar boyunca kendi kanıyla, ruhuyla besleyerek içinde büyüttüğü ‘can’ kadını kutsallaştırıyor…. CENNET ANALARIN AYAĞI ALTINDADIR!

Bu güçlü analık sevgisi ömür boyunca hayatımızın her anında karşımıza çıkıyor…

Hiç doğurmasa bile kadın yaratıcı bir yapıya sahip, bu nedenledir ki içgüdüleri, direnci ve duyguları çok güçlü, yaratıcılığını hep içinde taşıyor, her fırsatta hayata geçiriyor.

Kadın annelik içgüdüsüyle ömrü boyunca her şeye dayanıyor. Anne, karşılıksız sevginin ve fedakarlığın tek sahibi…

Erkeğini de böyle seviyor… Yerine göre onun kadını, sevgilisi, fahişesi ve annesi olup seviyor, sevgisini savunuyor, sevgisi gibi nefreti de büyük oluyor.

Erkek arkadaşım, acımasızlığın örneğinin de kadınlarda görüldüğünü örnekledi bana….

Kimi zaman onu Penelope kimliğinde sabır ve sadakatin simgesi olarak tanıdık, kimi zaman Medea olarak erkeğin ihanetini çocuklarını katlederek cezalandıran kadın olarak, kimi zaman meraklı söz dinlemez Pandora, kimi zaman eşitlik ve özgürlük adına cenneti terk etmeyi göze alan Lilith…

Bu örneklemeler üzerine ben de dedim ki: İsterse dünyayı parmağının ucunda çevirebilecekken, eğer eşitliği hala tartışılıyorsa, bunun nedeni de bence içindeki sevgisidir!

Tartışılır, dedi arkadaşım da…

Share This