Nasıl birden bu noktaya geldiğimizi anlayamıyordum. Nasıl bir veda idi bu? Böyle bir son beklemiyordum.

Aramızdaki aşk o kadar büyüktü ki bunu, ne yaşadığımız olaylar ne de araya girmeye çalışan insanlar bozamamıştı. Bu aşk koşulsuzdu. Birbirimizi olduğumuz gibi kabul etmeye çalıştığımız, tüm yanlış anlamalara, incinmelere rağmen vazgeçilmeyen tek aşktı. Bir şeyler eksik, yarım yaşansa da her şeye rağmen unutulmayacak bir aşk…

Öyle kutsal ve yüceydi ki ayrılık gelip çattığında bile bir an sarsılır gibi olsa da yine de sapasağlam yerinde duruyordu. Ama bu ayrılık, diğer ayrılıklara benzemiyordu. Hissettiğim tek şey, görünmeyen demir bir el tarafından yüreğimin parça parça edilmiş olmasıydı. Büyük bir acı vardı yüreğimde, bu hem kaybetmenin hem de bir daha dokunamamanın acısıydı. Belki dokunamayacaktık birbirimize belki konuşamayacaktık bir daha ama belki de…

Giden sevgili sessizliğe gömülürken ben, hasret ve özlemle yanıp tutuşuyordum. Zaman zaman son fotoğrafını elime alıp;
“Yine dokunabilseydim sana, bir kez daha Seni Seviyorum diyebilseydim… Seni geç tanıdım, seni geç anladım biliyorum ama…
Yüreğim sensizliğin acısına katlanamazken, hala böyle bir vedayı anlayamıyorum… Neredesin desem sesimi duyar mıydın? Bana cevap verir miydin yine o şen kahkahalarınla? Oralarda mutlu musun? Yoksa sende mi ağlıyorsun? Sen ağlama ne olur zaten çok ağladın…
O günü hatırlıyorum gitmeden önceki o günü… Allah, her şeyi gönlüne göre versin dediğin ve ve o bakışını… Biliyordun değil mi böyle olacağını biliyordun… Ben de biliyordum ama susuyorduk işte çünkü…
Tanrım, Tanrım bir şans daha verseydin ne olurdu?”
diye konuşuyordum.

Gecelerin sessizliğinde, duyulmayan çığlıklarım beynimin içinde yankılanıyordu.

Bazen, “Ağlama be yavrum, gözyaşlarını ne içine ne de dışına akıt. Sen mutlu olursan ben de mutlu olurum,” dediğini duyar gibi oluyordum.
Sonra da, “Bunları ben mi uyduruyorum yoksa gerçekten benimle konuşuyor mu? Gerçekten beni duyuyor mu? Gerçekten bazen yüreğime bazen de yanağıma dokunuyor mu? Ben mi öyle hissediyorum yoksa gerçekten o mu?” diye düşünüyordum.

Aylar geçmişti ayrılığın üzerinden. O gün takvim yaprağını çevirdiğimde, 14 Şubat yazıyordu, Sevgililer Günü. Aşıkların koklaştığı, sarıldığı, birbirlerine “iyi ki varsın” dediği veya bir gül ile karşılanan gündü bu gün.
Derin bir iç çekerek, “Sevgililer Günü, koklaşmak, sarılmak, doya doya öpmek, sevgililerin en sade, en içten, en güzel ödülü,” diye düşündüm.

Günün öneminden dolayı sanki her taraf gül bahçesi gibiydi.
Gülleri görünce, yüreğimin derinlerinde yine o büyük, derin sızıyı hissettim.  O’nun en çok sevdiği çiçekti kırmızı güller. O an ayrıldığımız ama artık geri dönmeyeceğini bildiğim o kara gün ve gözyaşlarım akarken yavaşça “bu senin için” diye verdiğim ilk gül gözümün önüne geldi. Tarih, 14 Şubat 2007 idi. Bu gün ise tam bir yıl olmuş. Ne kadar hızlı geçiyor zaman… Oysa oysa her şey daha dün gibi…

Bir an içimde, anlayamadığım bir şey hissettim. Gözlerimi kapadım ve sanki havadaki tüm gül kokularını içime çekmeye çalıştım. Kokuyu içime çekmeye çalışırken, işte bu anda tek isteğimin farkına vardım. Aradığım, içime çekmeye çalıştığım koku, aslında O’nun kokusuydu. Özlem, yüreğimden dalga dalga yayılırken bir tıkanmışlıkla;
“Neden bugün? Neden ayrılmak için Sevgililer Gününü seçti ki?” diyebildim.

“Çünkü sen ve diğerleri benim sevgililerimdiniz. En büyük aşklarım! Sen ve diğerleri, ben, biz, hepimiz birer SEVGİLİydik birbirimize… Her biriniz bana Tanrı armağanıydınız! Sizler, benim küçük sevgililerimdiniz. Bilmeseniz de…

Yokluğumu hissettiğiniz anlarda en azından bu gün, beni çok sevmenize rağmen neden gittin diye ya da başka nedenlerle bana kızıp, öfkelendiğiniz anlarda yine de sizleri sevdiğimi hatırlayın istedim.

Aşkın, sevginin sembolü gülleri ise ancak bu gün her yerde görebilirdiniz. Bu gülleri gördüğünüzde, size olan sevgimi tekrar hatırlayın ve sizi kucakladığımı bilin istedim.
Unutmayın ki, ben de diğerleri gibiydim, yaprakları ve dikenleri olanlardan…

Hatırla kızım, “ne olursa olsun et tırnaktan ayrılmaz” derdim. Aramızdaki bağ, ne kadar birbirimize uzak yaşamış olursak olalım, kavgalarımız da olsa kopamayacak kadar güçlü bir bağ idi. Ölüm kapıya geldiğinde ise aslında biten aşk-sevgi değildi!..

Sen, ilk göz ağrım, annemin adı ağzımın tadı, annem gibi sevdiğim, fındık burunlum, gurur kaynağım, şu an duydukların hayal değil! Bu anı hiçbir zaman unutma! Çünkü ben…

Sadece yıllar önce o gün, seni yalnız bıraktığım için beni affet…
SEVGİLİ günün kutlu olsun malli molli,”
dedi bir ses.

O an burnuma o koku geldi, gül gibi kokan o koku… Ve bir bebek gibi o kokunun içinde sarmalanmıştım. Göz kapaklarım ağır ağır açılırken, gözlerimden akan iki damla yaş, alnımda bir sıcaklık, yüreğimde bir hafiflik hissettim. 

Küçük Sevgiliden Büyük Sevgiliye, “Annem, canım annem, sen de huzur içinde ol, ben de seni affettim. Yaşarken seni anlayamadığım için sen de beni affet. Artık çaresizliklerini anlayabiliyorum… Ölüm yıldönümün, SEVGİLİ günün kutlu olsun. Seni çok seven, özleyen, her an seninle olan, yapraklarından biri, en büyüğü… “

Share This