Sevgisiz, aşksız da yapamazdı bildiğim kadarıyla…

Bir gün aniden gönlünü kilitlediğini söyleyiverdi. Önce inanmadım… En fazla birkaç ay sürer, diye düşündüm ama o beni yanılttı. Deyim yerindeyse bir münzevi olmuştu benim aşksız yaşayamayan arkadaşım.  … Anlaşılan oydu ki her seferinde ‘’Bu kez doğru,’’ deyip de bir süre sonra yanıldığını görmekten çok yorulmuştu.  ‘’Önce ben kendimi bulayım, ne istediğimi tam olarak anlayayım, ondan sonra belki…’’ demişti…

Dediğine göre, her ilişkiden kendini ve sevgiyi biraz daha tanıyarak çıkmıştı ama bu sefer son bir sorti yapmak ve tamamen kendi içine dönerek hayatla olan bağını yeniden sorgulayıp kurgulamak istiyordu.

Yıllar alan bir süreçti bu… Kapıyı çalan herkese ‘’İçerde kimse yok,’’ dediği bir süreç…

Ve tam da artık hazırım, kendimi biliyorum, ne istediğimi biliyorum, dediği günlerde karşılaştı onunla. 

İlk görüşte aşk değildi bu…  Usul usul başlayan neşeli bir dostluktu başlangıçta. Tutkulu bir aşka dönüşmesi yıllarını aldı.

Bilmem hangi medcezirin ortasında, aslında ilk günden itibaren günden güne artan bir tutkuyla aşık olduğunun farkına vardığında iş işten geçmişti.

Geri dönülmez bir noktaydı artık…

Ne istediğini biliyordu evet, kendini biliyordu evet, ama yılları devirmelerine rağmen ilişkinin nereye varacağı konusunda hiçbir fikri yoktu.  

Medcezirlerle kah tıkanan, kah akan bir ilişkiydi onlarınkisi. Defalarca ayrılmayı denemelerine rağmen bir türlü kopamamışlardı. En sonunda  ayrılmaktan da vazgeçmişlerdi. Ama bu vazgeçiş, gelgitler yaşamayacakları, haftalar aylar süren kavurucu ayrılıklar olmayacağı anlamına gelmiyordu ne yazık ki…

Ve bütün bu gelgitler çok, hem de pek çok yormuştu sevdalı arkadaşımı. Normal koşullarda olsaydı, o, eski ”o” olsaydı çoktan bir daha geri dönmemek üzere çekip gitmişti ama yapamıyordu işte…

Sevdiğine dair hiçbir kuşkusu yoktu; sevildiğinden ise hem emindi hem değildi… Seven sevilendir aynı zamanda diyerek teselli buluyor, sevildiğine dair kuşkulara düşünce  kendisinden ve sevgisinden şüpheye düşüyordu… 

Medcezirlerin arasındaki o boşlukta küllerinden yeniden doğuyordu adeta. Herşeyin yoktan varolduğu mutlak sessizlik anlarıydı sanki o boşluklar…. Her döngüde biraz daha, biraz daha artıyordu aşkı.

Bazen, kendisinin sevdiğini sevmek için her şeyi yaptığını ama sevdiğinin onu sevmemek için her şeyi yaptığını düşünüyor ve kahroluyordu. İçinde giderek büyüttüğü aşkını sevdiğiyle dolu dizgin yaşamak istiyordu. Ama bir türlü olmuyordu. Bir varmış bir yokmuş dercesine hayalle gerçek, vuslatla ayrılık arasında gidip geliyordu.

En son karşılaşmamızda tuhaf bir hüznün içinde buldum onu. ‘’Yine mi ayrıldınız,’’ dedim. ‘’Bilmiyorum… Ayrılsaydık haberim olurdu herhalde ama biz ayrılamıyoruz ki zaten,’’ diyerek iç çekti.

Son olarak, hayatında yapmadığı bir şeyi yapmış ve aşkını en çıplak haliyle anlattığı bir mektup yazmış sevdiğine.  Ama aradan haftalar geçmesine rağmen hiçbir cevap alamamış… Sevdiğinin aynı duyguları paylaşıp paylaşmadığı bir yana, bu mektubu alınca mutlu olup olmadığına dair bile hiçbir fikri yokmuş… 

‘’Arayıp sorsana,’’ dedim. ‘’Hayııır, ölsem sormam, sen beni o kadar gurursuz mu sandın?’’ dedi hüzünle.

Şaşırdım… Şaşırdım, çünkü karşımda aşk için, aşkı uğruna her şeyi yapabilecek bir insan vardı.

‘’Aşkta gurur olmaz,’’ klişesini hatırlattıktan sonra gururun ego kaynaklı bir duygu olduğunu söyledim. Madem o kadar seviyordu kendisi arayıp sormalıydı…

”Gurur yapmıyorum ki ben. Sadece ve sadece, bir yangın yerine dönen yüreğimi, paramparça olmak istemeyen ruhumu korumaya çalışıyorum… Eğer beni daha fazla kırarsa ruhum incinir. Ve bunu kaldırmaya hiç ama hiç gücüm yok… Aşkta gurur, egonun ruhu koruyan en ince ve hassas katmanıdır, bir zar gibi çepeçevre sarar yüreği…’’ diyen sevdalı ve yorgun arkadaşıma Nazım Hİkmet’in ”Aşk Üstüne” dediklerinden başka diyecek bir söz bulamadım… 

                                                     

*** 

Bir aşk için yapabileceğin her şeyi yaptığına inanıyorsan
ve buna rağmen hala yalnızsan, için rahat olsun.
Giden zaten gitmeyi kafasına koymuştur ve yaptıkların onun dudağında hafif bir gülümseme yaratmaktan başka hiçbir işe yaramayacaktır.

 Sen kendini paralarken o her zaman bahaneler bulmaya hazırdır.
Hani ağzınla kuş tutsan “Bu kuşun kanadı neden beyaz değil?”
diye bir soruyla bile karşılaşabilirsin..
iki ucu keskin bıçaktır bu işin.
Yaptıklarınla değil yapmadıklarınla yargılanırsın her zaman.
Bu mahkemede hafifletici sebepler yoktur.
İyi halin cezanda indirim sağlamaz.

 Sen, “Ama senin için şunu yaptım” derken o,
“şunu yapmadın” diye cevap verecektir.
Ve ne söylesen karşılığında mutlaka başka bir iddiayla karşılaşacaksındır.
Üzülme, sen aşkı yaşanması gerektiği gibi yaşadın.
Özledin, içtin, ağladın, güldün,
şarkılar söyledin, düşündün,
şiirler yazdın.
“Peki o ne yaptı” deme.
Herkes kendinden sorumludur aşkta.
Sen aşkını doya doya yaşarken o kendine engeller koyuyorsa
bu onun sorunu.
Bir insan eksik yaşıyorsa, ve bu eksikliği bildiği halde tamamlamak için uğraşmıyorsa sen ne yapabilirsin ki onun için?
Hayatı ıskalama lüksün yok senin.
Onun varsa, bırak o lüksü sonuna kadar yaşasın.

 Her zamanki gibi yaşayacaksın sen.
“Acılara tutunarak” yaşamayı öğreneli çok oldu.
Hem ne olmuş yani, yalnızlık o kadar da kötü bir şey değil.
Sen mutluluğu hiçbir zaman bir tek kişiye bağlamadın ki….
Epeydir eline almadığın kitaplar seni bekliyor.
Kitap okurken de mutlu oluyorsun unuttun mu?
Kentin hiç görmediğin sokaklarında gezip
yeni yaşamlara tanık olmak da keyif verecek sana.
Yine içeceksin rakını balığın yanında.
Üstelik dilediğin kadar sarhoş olma özgürlüğü de cabası….

 Sen yüreğinin sesini dinleyenlerdensin ve biliyorsun aslolan yürektir.
Yürek sesi ne bilmeyenler,
ya da bilip de duymayanlar acıtsa da içini unutma;
yaşadığın sürece o yürek var olacak seninle birlikte.
Sen yeter ki koru yüreğini ve yüreğinde taşıdığın sevda duygusunu.
Elbet bitecek güneşe hasret günler.
Ve o zaman kutuplarda yetişen cılız ve minik bitkiler değil,
güneşin çiçekleri dolduracak yüreğini…

 Hayatı ıskalamaya lüksün yok senin…..

 

Share This