Bugüne kadar yaşadığım hayal kırıklıklarının sayısını bilmiyorum ama, 41 yıllık yolculuğumda kayda değer bir sayıda olduklarından eminim!

Şimdi geriye dönüp bakıyorum da her seferinde kendime aynı şeyi söylemişim, aynı tepkiyi vermişim…

‘’Ben bunu hak etmedim!’’

Kendimi sorgulamaya başlayalı beri, hayal kırıklığı kavramına olan bakış açım da değişti.

Kısa zaman önce yaşadığım son hayal kırıklığı beni bu konuda yıllardır kaçtığım yüzleşme ile karşı karşıya getirdi.

Uzun yıllardır tanıdığım, genç yaşta 3 çocuğu ile dul kalan, kollanmaya ihtiyacı olduğunu düşündüğüm ve ben dahil çevremdeki bir çok insanın ellerinden geldiğince maddi/manevi desteğini eksik etmediği bir tanıdığım, bana hayal kırıklığını en son yaşatan kişi oldu.

Olayı ana hatlarıyla, fazla detaya girmeden sizlerle paylaşmak istiyorum:

Bu kişinin, bir kaç yıl evvel gizli buzlanmadan kaynaklanan bir trafik kazası sonucunda kolu kırıldı ve arabayı kullanan da bir iş arkadaşıydı.

Hasar alan sadece oydu, şöförde bir çizik bile yoktu!

(Tüm kazaları ve hastalıkları kendimize çeken biz olduğumuzu biliyoruz artık, ama o buna inanmamayı seçti.)

Yapılan yanlış tedavi sonucu kol kemiği maalesef yanlış kaynadı ve kolunda güncel hayatına engel olmasa da hafif bir eğrilik kaldı.

(O, bunu da sorgulamak istemedi.)

Çalıştığı iş yeri, işe gelemediği bir kaç ay boyunca maaşını kesintisiz olarak kendisine ödemeye devam etti. Ancak iş yerinden maaşını almasına rağmen sigortadan da para aldığı için, yıllar sonra sigorta şirketi dava açtı.

Ne var ki dava, parayı alan kişiye değil, kazayı yapan kişiye açıldı.

Para ona ödenmişti, ama şimdi hatırı sayılır bir faiz ile birlikte arabayı kullanan kişiden geri talep ediliyordu.

Zamanında parayı alan tanıdığımın, bu bedeli iş arkadaşına ödeyeceğini düşündüm. Ama durum öyle olmadı!

O, geri ödenecek bu bedeli kazayı yapan iş arkadaşına ödetmenin ‘ilahi adalet’ olduğunu düşünüyordu.

Gerekçesi de hazırdı… Kazaya sebep veren oydu ve kolunun yanlış tedavi ile sakat kalmasına sebep olan kişi de oydu…

O bunu ‘ilahi adalet’ adı altında çoktan hak etmişti! Bu ona azdı bile!

(Suçlama ve Mazaret yine işbaşındaydı!)

Deneyimin içindeki ona özel ders ortaya çıkmak için çırpınıyordu, ama nafile…

Bakan gözler görmek istemiyordu!

Duyduklarıma inanamıyordum!

İlk şaşkınlığımı atlattıktan sonra, içimde garip bir kızgınlık ve hüzün belirdi!

Bu davranışın hedefi ben değildim, ama tuhaf bir şekilde benim de canım yanıyordu!

Neden ????  Nasıl ???

Bu iki kişilik bir deneyim gibi görünmüştü gözüme, peki bana neler oluyordu ?

Tamam, neticede benim onay veremeyeceğim bir davranış biçimiydi yaşanan, ama ne empati ne de anlayış gösteremiyordum işte!

Günlerce bu olayı kendi içimde sorguladım…

Yaşanan kazanın kolu kırılan kişiye mesajı neydi?

Neden başka bir yeri değil de kolu kırılmıştı?

Parayı geri ödemesi talep edilen şöför için bundan çıkacak ders ne idi?

Ve ben, içim acıyan ben, bundan ne ders çıkarmalıydım?

Canımı acıtan duygu tam olarak ne idi?

Kandırılmışlık mı? Kızgınlık mı? Peki kime?

Hayal kırıklığının hayatımızdaki yeri ve önemi ne idi, neden yaşanıyordu?

Bize verdiği armağan ne idi?

Fark ettim ki, hayal kırıklığının acısını yaşamak için kişinin illaki bize karşı olan bir davranışına maruz kalmamız gerekmiyor, herhangi birine karşı olan davranışı da bize aynı acıyı yaşatabiliyor.

Yeter ki yaşatılan duygunun bizde bir karşılığı olsun…

Eskiden, sanki beni hayal kırıklığına uğratan kişiyi daha az sevseydim, canım da daha az yanacaktı diye düşünürdüm.

Ama bu bir yanılgı!

Hayal kırıklığını bize zaten ‘sadece’sevdiğimizi söylediğimiz kişiler yaşatabilir.

Umursamadığımız bir insan bizde herhangi bir duyguyu harekete geçiremez ki…

Değer verdiğimiz o insandan böyle bir davranış beklemediğimiz içindir hissettiğimiz acı.

Olayın bize özel sunduğu hediye paketini açmak istemediğimizdendir kaçışımız.

Kaçarız ve kendimizi sorgulamak istemeyiz böyle anlarda…

Direk kurban oluruz ve kendi katkımızı görmezden geliriz…

Kızgınlığımız kendimize midir yoksa ona mı diye düşünmek bile istemeyiz ?

İşte tam da bu davranışımız, bir sonraki hayal kırıklığını hayatımıza çekmeye başlar aslında.

Evrenin bizimle diyalog kurma şekli budur, onu anlamamakta ısrar ettiğimiz sürece, her seferinde daha etkili benzer bir olay sunar bize!

Anladım ki bu son olayla benim hayal kırıklığı kotam doldu 🙂

Bu güne kadar biriktirdiğim hayal kırıklıklarını daha fazla taşımamayı seçtim.

Vakit, yüzleşme vakti idi!

Ve canımı yakacak sorular zihnimde beliriverdi:

– Acaba ben o kişiye hak ettiğinden fazla mı değer verdim?

– Kendi değersizliğimi bununla kamufle etmek mi istedim?

– Ona yardımcı olurken, aynı zamanda bana ihtiyaç duyulmasına olan ihtiyacımı mı karşıladım?

– Ona hayatımın öncelikler listesinde yanlış bir sıra numarası mı verdim?

– Ya da onu o güne kadar hiç olmadığı gibi görmeyi mi tercih ettim?

Her bir sorunun cevabını verirken tekrar tekrar canım yandı, çünkü bu soruların hepsinin de cevabı koca bir EVET idi!

Sonrasında hissettiğim ise, derin bir rahatlama duygusu, tarifi zor bir hafiflik…

Bakış açım değişti ve içimdeki kızgınlığın aslında kendime olduğunu anladım.

Konu gene başımı zaman zaman derde sokan ‘Değerlilik-Değersizlik’ duysu ile ilgiliydi. O değişmemişti, onu yıllarca olduğundan farklı gören bendim. Bunu anlayınca, ona olan bakış açım da değişti.

Belli ki artık gerçek bir değişime ihtiyacı olduğu için bu deneyimleri yaşıyordu…

Belli ki pastadan bana da bir dilim (ders) düşüyordu…

Bu, değerllik duygumu arttırmam için bana onun vesilesi ile sunulan yeni bir fırsattı.

Bana ait pasta dilimini sevgiyle kabul ettim, bir yüzleşmeyi daha geride bırakmanın keyfi ile hafifledim…

Beni bu deneyime dahil etmeyi seçen evrene, olaya ve kişiye teşekkür ediyorum.

Bu sayede bugüne kadar yaşadığım tüm hayal kırıklıklarının sebebinin aynı olduğunu gördüm.

Artık onların hiç birini sırtımda taşımama gerek kalmadı…

Ve ruhum bugün, düne göre daha özgür 🙂

Share This