Pascal’ın din üzerine olasılık hesabını bilirsiniz. Hani şu beklenen değer teorisini kullanarak hayatını dine adaması gerektiğine karar vermesi… Kısaca Pascal “ölümden sonra hayat yok’’ olasılığının karşılığı beklenen değer olan hedonizmi yani fiziksel yaşamdan zevk almayı, ölümden sonra hayat var olasığıyla beklenen değer olan dini hayata tercih etme kararını bu iki olasılığa atfettiği değerlerin büyüklüğüne bağladı ve sonsuz mutluluğa verdiği değer olan pozitif sonsuzluk sonucu dini yaşamı; hedonizme, yani sonsuza dek lanetlenme olasılığı olarak tanımladığı negatif sonsuzluğa tercih etti.
Bu teoride Pascal’ın soyut bir gerçeklik için yine matematiğin en soyut kavramları olan sonsuzluk değerlerini kullanması bana göre yeterince ikna edici olmayıp oyun içinde oyun gibidir. Asıl fikrimi soracak olursanız bilimsel önermelerle ve kanıtlarla Tanrı’ya ulaşmak işten bile sayılmaz. Nitekim eğer bilimsel olarak kanıtlamış olsaydık Tanrı’ya inanıyor değil onu biliyor olurduk.
İnancı bir şeyden sonsuz emin olma hali olarak tanımlarlar. Bu da ancak elimizde en az verinin olduğu ya da en az olasılık taşıyan durumlar için kullanılabilir. Tanrı’ya inanırım gibi ya da gözle görmediğimiz başka canlılar yaşadığına inanıyorum gibi… Çünkü bunları henüz bilmiyorum. Örneğin birisi bana bir işi başarmam konusunda ‘’İnanıyorum yapacaksın’’ dediği zaman o işimden şüphe ederim. Çünkü o işi başarmam için gerekli denklemleri ya yerine getirmişimdir ve sonuç başarılı olacaktır ya da getirmemişimdir ve başarısız olacaktır. Dikkatli bakarsak inanç kavramı dünya üzerinde bizim yapmakla meşgul olduğumuz şeyler için kullanabileceğimiz bir şey değil. Olmasını hayal ettikleri şeylerden inanıyorum diye söz eden insanların bile akıl zaafınca bunun olasılıklarını hesaplamaları kaçınılmazdır. Hatta bence yaptıkları tek şey budur. Varın siz hesap edin bu durumun inanmakla ne kadar bağdaşabileceğini. Konunun özüne giriş yapacak olursak, hayallerimizin gerçek olacağına aslında inanmayız onları biz gerçek yaparız. Tıpkı uçabilirim inanıyorum diyen birinin aslında gidip kendini boşluktan aşağıya bırakmaması ancak belirli formüllerle paraşütü veya uçağı icat etmesi gibi… Gerçek başarı hikâyesinde uçacağına inanması diye söz ettiğimiz şey, uçma eylemini kafaya koyması, uçan varlıkları dikkatle gözlemlemesi ve uçabilme olasılığına dair tüm matematiği ve yasaları göz önünde bulundurmasıdır.
Ancak ne var ki günümüzde hâlâ insanlar hayallerinin gerçekleşmesinden büyülü ve olağanüstü bir durummuş gibi söz ederler. Kimileri ise hayallerinin gerçekleşmediğini çünkü şanssız olduklarını, enerjinin akmadığını filan söyler. Ama çoğu zaman size sırlarını vermezler. Mesela aslında gerçekten istememişlerdir ya da yeterince doğru adımları atmamışlardır… Yine aynı kişiler gerçekleştirdikleri hayallerinden bahsederken “Sonunda hayallerim gerçek oldu” diyerek olmak eyleminin pasifize edici, üstü kapalı çağrışımına baş vurur. Olmak ne kadar ilginç değil mi? Size sihirli bir el hissini çağrıştırıyor mu? Halbuki ben bu eylemi pek sevmem. İnsanoğlu için ‘’olmak’’ yalnızca doğumla alakalı bir kelime olabilir. Çocukluğumuzda bir bakıma çevremizdekiler ‘’oluyordur’’ çünkü henüz yeterince bilinç kazanmadığımızdan ötürü olan bitene sorumlu cevap verme eğilimimiz gelişmemiştir ve kendi yaptıklarımız da çevremizce hoşgörüyle karşılanarak sadece ‘’olmuş’’ gibi gösterilir. Lakin ne zaman ki bu dönem kapanır ve sorumluluk bilincimiz açılmaya başlar ki ben buna ‘’ikinci doğum’’ derim; kendimizi doğurduğumuz ve yetişkinliğe geçtiğimiz dönem… İşte o zaman ‘’yapmak’’ başlar. Dolayısıyla ancak o vakit kendimizi gerçekleştirmiş oluruz.Böylesi bir gerçekliğin içinde ise artık doğum gibi bilincimiz dışında gelişen olaylar dönemi kapanmışken artık büyülü bir dünyada kontrolümüz dışında olan biten olaylara pek yer yoktur aslında. Bununla dünya üzerinde gelişen her şeyin üzerinde mutlak kontrolümüzün olduğuna ya da bizim dışımızda gelişen olaylar yoktur gibi bir çıkarıma varmayacağım çünkü o vakit yine büyülü ve sihirli bir aleme dalmış olurduk. Halbuki sihir dediğimiz şey bile doğanın belli kurallarını ve sırlarını gözlemlemenin ve onları formüllere dökmenin ta kendisidir.Doğanın kendiliğinden gibi görünse de aslında sistemli bir akışa sahip olan düzeninden asla bağımsız değiliz ve fakat onu iyi anlamak ve kullanmak mecburiyetindeyiz. Bu hayallerimizi gerçekleştirmenin ya da diğer deyişle ‘’sihir yapmanın’’ yegane yoludur. Hayallerimizi gerçekleştirmek aslında bu kadar ‘’basit’’ bir formüle dayanır ancak bir şeyin basit olması kolay olduğu anlamına gelmez.
Düşlerin peşinde koşmak, nasıl sorusunu sormakla başlayan koca bir emek ve eylemler serüvenidir. İnanıyorum diyerek kastedilen şey ise zihnimizde daima hayalimizi canlı tutma halidir ki ben buna bilinçlilik derim. Böylece neyin uğruna hangi yolda, hangi adımları attığımızın farkında oluruz ve ancak doğru ve gerçek bir yolda yürüyorsak aradığımız şeyleri bulmaya yaklaşırız.
Yoksa hayallerimizin gerçekleşmesi hiç de öyle biz farkında bile değilken esrarengiz bir dünyada hazırlanan ve bir gün bize sunulacak olan bir ziyafet değildir aslında. Siz ne dersiniz?