Bu sabah yağmur var burada. Sabahın kör karanlığında yollara düştüm. İlk derslerimi verirken tavandaki pencerelerden gökyüzünün laciverte, oradan gri-maviye geçişini seyrettim. Yeşil-sarı yapraklar esip esip gri-mavinin önünü kesti. Biz mum ışığında yoga yaptık. Sakin sakin; enerjimizi tasarruflu kullanarak, gereksiz kol, kas, bacak, baş hareketlerinden arınmaya özen göstererek serimizi tamamladık. Bittiğinde terli veya yorgun değil, ısınmış, enerjik ve dengede hissediyorduk kendimizi.
Islak yapraklara ayaklarımı sürte sürte Compote’a yürüdüm. Compote, mahallemizin yeni fırını. Her sabah taze kurabiye, çörek, börek çıkarıyorlar. Yüksek tavanlı, aydınlık bir mekân. Güler yüzlü genç kadınlar çalışıyor. Sahibi de o güler yüzlü genç kadınlardan biri. Bu sabah içeri girdiğimde masaların birinde ailece kahvaltı ediyorlardı. Çoluk çocuk günaydın dediler bana.
Yağmuru seyredebileceğim bir masaya yerleştim. Ağaçların çoğu hâlâ yeşil. Bu mevsimde biraz tuhaf bir durum. Ama tabii bütün yaz bahar kıvamında geçti burada. Bir tek, geçen iki hafta havalar çok ısındı. Şimdi yine sonbahar.
Böyle serin havalarda çörek kahve kokan sıcacık iç mekânlara girmeye bayılıyorum. Bir masaya yerleştim mi mektuplar, yazılar yazıyorum, okuyorum, Yunanca ödevlerimi yapıyorum. Bütün günü böyle geçirebiliyorum.
Buraya yürürken, kar yağsa keşke, diye düşündüm. Beyazın sessizliğinde yürüsem şimdi… Hatta karlı bir ülkede yaşasam, dedim sonra. Alaska’da veya İsveç’te. Hep kış olsa, çörek ve kahve kokan iç mekânlardan dünyanın beyaz bir yorgan altında uyumasını seyreylesek… Geceleri erken yattığımdan mı ne, karanlığın erken çökmesini de seviyorum. Erken inen akşamlarda önümde uzun bir gece varmış gibi geliyor.
İnsan en sevdiği mevsimde, en sevdiği şehirde de olsa hayal kurmaktan geri kalmıyor işte.
Yıllar, yıllar önce, liseyi yeni bitirdiğim zamanlarda, bir hikâye yazmıştım. Hikâyenin kahramanı otuz yaşlarında bir kadındı. Yağmurlu, yeşili bol, ormanlık bir ülkede, ahşap bir evde yaşıyor ve romanlar yazıyordu. Sabah erkenden kalkıp, boğazlı bir kazak giyiyor; elinde kupası ile evinin önündeki ahşap merdivenlere oturuyor ve yağmur sonrası topraktan yükselen nane kokusunda kahvesini içiyordu. Sonra ne oluyordu ve o hikâye şimdi nerede bilmiyorum. Bildiğim, o kadının hayatı on yedi yaşındaki halimin hayaliydi.
Şimdi o şehirde gerçekleşmiş o hayali yaşarken neler hissediyor, neler düşünüyorum? Bugün ne yazsam? Öğlen ne yesem? Ay sonuna paramız yetişecek mi? İyi bir kitap okumak istiyorum. Annemi aramam lazım. Karlı bir ülkede yaşasam keşke…
İnsan zihni hayal kurmaktan hiç vazgeçmiyor. Vazgeçmesin de. Hayal kurmak illa ki tatminsizlik belirtisi değil.
Ben gerçekleşmesi mümkün hayaller kurduğumdan ve sistematik olarak bu doğrultuda çalıştığımdan mı yoksa Allah’ın şanslı kullarından biri olduğumdan mı ne, kurduğum hayallerin çoğunu gerçekleştirdim. Boğaziçi Üniversite’sinde sosyoloji okumak hayalim vardı. Oldu. Yetmedi. Mastırını da tamamlayıp, tez bile yazdım. Okulu bitirince sırt çantamı takıp dünyayı gezmek istedim.
O da oldu.
Laos’un Çin sınırındaki yüksek dağlarından dünyaya baktım. Dişsiz ninelerle, donsuz çocuklarla, nasıl yaptım bilmiyorum ama konuştum, anlaştım. Güneşin denize batışını nice sahilden seyrettim. Eski dostlarla ateş başında şarap içip çok güldüm; yeni dostlarla yola devam etmeye karar verdim. Bazen durdum ve “Burada yaşasam ben artık” dedim. Çantamı yere bıraktım, yerleştim. Bazen dört ay, bazen dört yıl kaldım bir yerlerde.
İş buldum, işsiz kaldım. Fal baktım, yemek pişirdim, İngilizce öğrettim, telefonlara baktım, çamaşır astım. Aşramlarda, manastırlarda uyudum. Günlerce konuşmadım. Hasır bir mat üzerinde yerde yattım; yerleri sildim, süpürdüm; sebze doğradım. Kuşlardan önce çalan çan ile uyanıp, dua ettim; meditasyon yaptım. Öğrenmek istediğim şeylerin derslerine girdim çıktım. Güneş doğarken kıyafetlerimle Ganj Nehri’ne daldım. Motosikletlerin arkasında Himalayalara çıktım. Çok yakışıklı, çok tatlı, güçlü ve bana iyi bakan aşkların kollarında uyuduğum da çok oldu, tek başıma uyandığım da…
Bütün bunlar bir zamanlar hayaldi.
Önce gerçek, sonra geçmiş oldular.
Ne hissettim, ne düşündüm hayallerimi yaşarken?
Bugün ne yazsam? Öğlen ne yesem? Ay sonuna param yetişecek mi? İyi bir kitap okumak istiyorum. Annemi aramam lazım. İstanbul’da şimdi saat kaç? Köpeğim ne yapıyor acaba? Başka bir ülkede mi yaşasam?
Kurduğumuz hayaller başka bir yer, başka bir hayattan çok başka bir HİS’se dair aslında. Bir gün, başka bir zamanda, başka bir yerde, hayat kendini bir değişik hissettirecek bize. O karlı ülkede sanki kalbim bir başka atacak ve belki de ben başka bir insan olacağım.
Oysa ben bir hayalde yaşıyorum şimdi. 17 yaşındaki kendimin hayali, benim şimdiki hayatım. Ben yine benim. Kişiliğimden bahsetmiyorum. Kişiliğim tabii ki büyüyüp olgunlaştıkça değişti, dönüştü ama ben hissi, annemin kokusu gibi hep benimle kaldı. Ve kalacak. Hayalini kurduğum başka bir hayatta başka bir ben yok. Her şey gelip geçer ama ben benimle kalır. Sahip olduğumuz en değerli evladımız ve can yoldaşımız benliğimiz. Nereye gitsek o da bizimle gelecek. Onu sevip kabullenmek gerek. Çünkü hayalleri ondan uzağa kursak da hayaller gerçek olduğunda görüyoruz ki biricik benliğimiz yine bizimle!
Geçen gece bey ile aramız biraz limoni idi. Birbirimize sırtımızı dönmüş karanlıkta yatarken, o uykuya daldıktan sonra ufak bir sırt çantası hazırlayıp evden tüydüğümü hayal ettim. Çantama çifte pasaportumu, bilgisayarımı, yağmurluğumu, üç çift iç çamaşır, bir yoga taytı, iki tişört ve bir kazak koydum hayalimde. Blucinimi giyip kapıyı çektim. Çantamı sırtlayıp küçük bisikletime atladım.
Bunları hayal ettikçe zihnim zevkle titreşmeye başladı. Trene atladım. Sınırı geçtim. Kimse beni tanımıyordu. Tek başıma sokaklarda gezdim. Ev tuttum, iş buldum. Yok beğenmedim. Yoluma devam ettim. Kuzeye daha kuzeye çıktım. O karlı ülkeye varıp sağa sola baktım.
Yorgundum.
Ben yine ben idim.
Yerleşik bir hayatta, sıcacık bir yatakta, sevdiğim erkeğin kollarında olsam, diye düşündüm.
Tek yapmam gereken yüzümü öbür tarafa çevirmek idi.
Yatakta döner dönmez hayalim gerçek oldu. Kendimi tatlı tatlı uykuya bırakırken düşündüm:
Yarın ne yazsam? Öğlen ne yesem? Ay sonuna paramız yetişecek mi? İyi bir kitap okumak istiyorum. Annemi aramam lazım. İstanbul’da şimdi saat kaç? Köpeğim ne yapıyor acaba? Başka bir ülkede mi yaşasak?