Bakalım bakalım…  Eveeet sayfa 115:

Kolit:

Özgürlüğü kaybetme korkusu.
Düzen tutkusu.
Şefkat görme ihtiyacı.
Afirmasyonu: Hayatı sevdikçe özgürleşiyorum.

Hım, sedir ağacı kolyemle PiKi testi yapıyorum: Özgürlüğü kaybetme korkusu çıkıyor, ilginç!

Son dört aydır artan bir kolit sorunu yaşıyor(d)um. Nil Gün’ün PiKi Sağlık Olsun kitabında bu hastalık, özgürlüğü kaybetme korkusu ile ilişkilendiriliyor. Okuyunca şaşırdım çünkü ben özgür hissetmiyordum ki sahip olmadığım özgürlüğün kaybetme korkusunu taşıyayım.

Peki, diyorum, önce bir anlayayım bu inanç bende nasıl var, geçmişimi nasıl etkilemiş? Hep sağ elimle yazarım, bu sefer sol elimle yazacağım.

Başlıyoruz; alıyorum kalemi defteri elime. Kocaman yazıyorum:

Özgürlüğümü kaybetme korkum yok!

Ama daha yazarken bile buna inanmadığımı hissedebiliyorum, peşinden de cevabı geliyor elimin:

“Hayır var…”

Fütursuzca devam ediyor:

“Özgürlüğünü defalarca kaybettin. Girdiğin işyerlerinde etim sizin kemiğim benim dedin. Bu yüzden nefret ediyorsun çalışmaktan, çalışmak demek özgürlüğünü satmak demek. Bu nedenle hâlâ işsizsin, satmak istemediğin için kendini. Ama bakış açın yanlış. İç özgürlüğün var. Hayatına giren herkese her olaya spiritüel açıdan bakabilirsin. Her buluşmanın bir amacı var. Senin karşındakine katkın olacak. Onun da sana. Ve bir buluşma artık senin amacına hizmet etmiyorsa ona son verebilirsin. Empatiyle baktığında sınırlarını da şefkatle koyabilirsin. Ne olursa olsun seçim gücün sende, içsel özgürlüğün sende.”
Hayatı severek nasıl özgürleşeceğim peki, ne alakası var?

“Hayatı seversen kaynakların çoğalır, zaten var olan kaynaklarını daha çok verirsin, seçeneklerin artar. Sezgisel olarak bilirsin ne yöne gideceğini, güvende hissedersin. Sen gücünü reddettiğin için özgür olmadığını zannettin”…

Neden gücümü reddettim?

“Sorumluluk almak istemedin, geçmişte çokça sorumluluk aldın ve sonucunda çokça suçlandın artık suçlanmak istemediğin için sorumluluk da almıyorsun. Ama şimdi de sen kendini suçlamaya devam ediyorsun. Artık suçlamayı bırak!

“Bak, kimse senin yaşadıklarını yaşamadı, kimse o rüzgârda savrulan yaprak misali kızın yerinde değildi. Nereden nereye getirdin kendini. Ama hâlâ suçluyorsun, takdir edeceğine. Görmüyor musun her şey olduğu gibi harika. Görmüyor musun kat ettiğin yolu? Bir başkası o kızın yerinde değildi, bir başkası senin gibi anlayamaz o kızı. Yaşamda sen yarat şefkati. Zalim olmadan güçlü olmanın ya da ezilmeden şefkatli olmanın bir örneği ol.”
Aklıma hem mutlu, hem güçlü, hem sorumlu, hem şefkatli insanlar geliyor, özendiğim kişiler. Ben de yapabilirim diyorum, içimde bir umut…

İşim bitmedi, kitaba dönüyorum tekrar.

Çapa kelimesi: Şefkat

Hım, başlayayım bakalım.

Sayfa 32’ye geliyorum. Çapa noktalarına şefkat kelimesini söyleyerek vuruşlar yapacağım. Böylece, bu konuda herhangi bir duygusal tıkanıklık varsa açılacak ve ben de rahatlayacağım.

Eh başlıyoruz o zaman pıt pıt vuruşlara…

Pıt pıt… Şefkat…pıt pıt… Şefkat….

Bir dakika… Tıkanıyorum, sarsılarak ağlama isteği… Ağlıyorum da biraz…

Diğer çapa noktalarına geçiyorum. Ağlama isteğim azaldı.

Bedenimi gözlemliyorum: Üzüntü, öfke ve isyan duyguları geziniyor. Ama çapa noktalarında ilerledikçe daha rahatlamış hissediyorum.

İkinci tur vuruşlarıma başlıyorum. Yoğun kızgınlık var. Ne yapsam?

PiKi kızgınlık atma egzersizi? Ben bu hareketi epeydir yanlış biliyormuşum da Dilek Kökter doğrusunu göstermişti. Ellerimi geriye uzatıyorum, sırtımda biriken bu negatif duyguları aşağıdan yukarı alıp yanlara fırlatıp atıyorum. Oh daha da rahatladım.

Ama yetmiyor, bir şey var içimde, bir şey yapmak istiyorum ama ne? Bırakıyorum bedenimi.

Yatağın üzerine atıyorum kendimi, yüzü koyun yatıp ellerimi ayaklarımı yatağa vuruyorum. Şefkat diye hıçkırarak ağlıyorum. Sanki küçücük çocuğum… Bir isyan bir isyan… Elinden oyuncak bebeği alınmış küçük bir kızın uğradığı haksızlık duygusuyla benim hakkım olan şefkatin geri verilmesini istiyorum bana.  Tepindikçe tepiniyorum…

Ağladıkça nasıl rahatlıyorum, nasıl güzel böyle yıkanmak… Ah bu kızı nasıl da seviyorum. O kadar haklı ki o, çok iyi anlıyorum onu… Şimdi anlayabiliyorum… Şefkatten bir bulut sarıyor etrafımı.

İçimi şükran kaplıyor. Her şeyde olduğu gibi her hastalığın da sevgiden verildiğini biliyorum. Mesajı almam için, tam da zamanı geldiği için. Çok da ilerlemeden. Çok şükür bilinçli olmaya da emek vermişim ki hediyelerimi kabul edebiliyorum.

Sırada afirmasyon cümlemi kabul etmek var: Hayatı sevdikçe özgürleşiyorum.

Avuç içlerime, çakra noktalarıma, havaya çiziyorum beyaz altın renginde dairelerimi. Bir yandan da bir imge sağanağıdır gidiyor. Diyor ki bir yanım; şefkati öğretmek ve vermek için buradasın.

Sonra yapmak istediğim bir sürü şeyin listesini yazıyorum.

Anlıyorum ki hayatı sevdikçe üzerimdeki ataleti de atıyorum.

İçim kıpır kıpır bir yandan haykırarak bir yandan pıt pıt yazıyorum bedenime:

HAYATI sevdikçe özgürleşiyorum.

Hayatı SEVDİKÇE özgürleşiyorum.

Hayatı sevdikçe ÖZGÜRLEŞİYORUM.

<div class="social4i" style="height:82px;"> <div class="social4in" style="height:82px;float: left;"> <div class="socialicons s4twitter" style="float:left;margin-right: 10px;padding-bottom:7px"><a href="https://twitter.com/share" data-url="https://dergi.kuraldisi.com/hayati-sevdikce-ozgurlesiyorum/" data-counturl="https://dergi.kuraldisi.com/hayati-sevdikce-ozgurlesiyorum/" data-text="Hayatı Sevdikçe Özgürleşiyorum" class="twitter-share-button" data-count="vertical" data-via=""></a></div> <div class="socialicons s4fblike" style="float:left;margin-right: 10px;"> <div class="fb-like" data-href="https://dergi.kuraldisi.com/hayati-sevdikce-ozgurlesiyorum/" data-send="true" data-layout="box_count" data-width="55" data-height="62" data-show-faces="false"></div> </div> </div> <div style="clear:both"></div> </div> <p>1977&#8217;de Ankara&#8217;da doğdu. Sonra Kayseri, Kırşehir, Manisa, tekrar Ankara yolları derken yolu kendine hiç düşmedi. ODTÜ İşletme&#8217;den mezun olup dokuz yıl iletişim alanında çalıştı. Ruhunun bekleme odasında geçirdiği günlerin ardından, bir gün Nil <a href="https://dergi.kuraldisi.com/wp-content/uploads/sites/4/2016/05/serapzerener.jpg"><img fetchpriority="high" decoding="async" class="alignright size-medium wp-image-4205" title="serapzerener" src="https://dergi.kuraldisi.com/wp-content/uploads/sites/4/2016/05/serapzerener-225x300.jpg" alt="" width="225" height="300" /></a>Gün&#8217;ün bir kitabıyla başını dışarı uzattı. İlk defa siluetini gördü; kim bilir belki bir gün gerçek kendini de görebilirdi.</p> <p>Yaşam Okulu&#8217;nda adım adım kendine varmayı öğrendi. Hiç dinlemediği kadar dinledi içini. Sonra, bazen o bazen kalemi, kâğıda yazmaya başladı kendini. Yıllardır ayrı kalmış iki sevgili gibi önce seviştiler benliği ile sonra sıra hayatla flörte geldi. Oyunculuk girdi örneğin hayatına, oyun oynamak yani. Sanat girdi, insanlar girdi; bebekler, çocuklar, yetişkinler, affedilenler, küfredilenler, özlenenler, akla hayale gelmeyenler girdi. Hayata güvendi bu sefer, tamam dedi, gelsin sıradaki! En çok insanı; insan olmayı; yaratılışı sevdi.</p> <p>Hayatının şu noktasında kalemi, oyunculuğu, paylaşımcılığı ile daha çok sevmeyi ve vermeyi öğreniyor. Bir de çok şükran duyuyor çünkü bütün bu olup biteni tahmin bile edemezdi&#8230;</p> <p>Yaşama evet!</p> <span class="et_social_bottom_trigger"></span>
Share This