Geçmiş mi bizi bırakmıyor, yoksa biz mi geçmişi?

Yıllarca, bilmeden geçmişin etkisinde yaşadıktan sonra, bazı bilinçaltı kalıplarımla ilk defa tanıştığım kısa süre öncesini düşünüyorum da şimdi…

Ne kadar büyük bir öfke duymuştum!

Her zamanki gibi o zaman da öfkemi dışarı vurmakta zorlanmıştım…

Öfkemi bastırmak benim için o kadar ‘normaldi’ ki hep, bu ‘normalin’ dışına çıkmak için birden fazla egzersize ihtiyaç duymam da çok ‘normal’ geliyordu bana!

O an bildiğim tek şey vardı, o da, hayatımı zaman zaman cehenneme çeviren ‘suçluları’ bulmuş olmamdı!

Ama nedense bu duygu beni rahatlatmadı! Aksine daha da hırçınlaştırdı!

Olaylar saniyeler içerisinde hızla akıyordu zihnimden ve o şaşkınlığın içerisinde, bilinçaltı kalıplarımı yaratan anneme ve babama duyduğum öfke gittikçe kabarıyordu…

Durum öyle bir hal aldı ki, sonunda öfkem bana döndü!

Bu hiç beklemediğim bir şeydi!

Ne ‘tesadüftür’ ki o dönemde kendime çektiğim kitaplar, benim için hazırlanmış cevaplar getiriyordu bana…

Kendi içime dönüp, neden kendime öfke duyduğumu sorguladığımda, ortaya bambaşka bir manzara çıktı.

Anladım ki bilinçaltı düzeyde, onlar bana doğacağım ortama uygun koşullar oluşturacak davranışlar içerisindeydiler, o ortama doğacağıma göre, gerekli ilk donanımımı doğmadan evvel edinmem için ellerinden geleni yapıyorlardı.

O donanımları nasıl ve ne kadar kullanacağım, sadece ve sadece benim seçimimdi!

Ve sihir de buradaydı!

Bunu nasıl mı anladım?

Biz iki kardeşiz, ben ve ağabeyim.

İkimiz de aynı annenin babanın çocuğuyuz ama donanımlarımızı farklı kullanmayı seçtiğimiz o kadar belli ki…

İkimiz bir sarkacın iki zıt ucu gibi yaşadık hep, birimiz sürekli sorun yaşatandı, diğerimiz de sürekli sorun çözen!

Varlığını kanıtlamak için o farklı bir yol seçmişti, ben farklı…

Evet, annem bana hamileliği boyunca çok mutsuz ve çaresiz bir insan olarak yaşamıştı, yaşamsal güven alanı fazlasıyla zedelenmişti.

Bu evliliği ne o, ne de babam istemiyordu.

Ama annemin gidecek yeri yoktu ve babamın da kendi anne babasına itirazı olamıyordu!

Annem bilinçli düzeyde farkında olmasa da tüm bu duygular 9 ay boyunca bana da nüfus etmişti.

Babamın da katkıları oldu elbet, ama annemle tek vücut olduğum o dönem, asıl duygu transferi annemden geliyordu ! 

Ve bilinçaltım daha anne karnındayken devreye girerek, beni mücadele ortamına hazırlamıştı.

Neokorteks devredeydi yani… Ve tek amacı beni korumaktı !

Belli ki mutsuz bir aileye doğacaktım, aşk çocuğu falan da değildim zaten, hayattan ümidini erken yaşta kesmiş bir anne babam olacaktı, peki seçimlerim nelerdi?

Aramızdaki uyum nasıl sağlanacaktı?

Ben de onlar gibi sorunlarıma sarılarak mı yaşayacaktım?

Yoksa çözüm üreterek denge sağlamaya mı çalışacatım?

Ben onların mutsuzluklarına varlığımla son verebilir miydim?

‘İyi’ çocuğu oynayarak, çocukluğumu feda etme pahasına da olsa, onları bir arada tutabilir miydim ? Ve de tutmalı mıydım?

Ya da annemin çaresizliğine çare olabilir miydim?

Veya en azından
kendi başının çaresine bakabilecek bir kadın olabilir miydim!

Hayatımın Matrix’i bunun üzerine şekillendi ve ben yıllarca, kendini çevresindekiler için feda eden, kendi hayatından çok başkalarının hayatını yaşayan biri olup çıkmıştım sonunda.

Yaşamsal güven alanımı bu şekilde korumaya almıştım kendimce.

Bana ihtiyaç duyulmasına ihtiyacım vardı ve bu ihtiyacımı gidermek için hayatımı feda etmekten de kaçınmamıştım.

Doğumumdan sonra evde hiç bitmeyen huzursuzluk ve tartışma ortamı bu Matrix’imi beslemeye devam etti tabi…

Evliliklerindeki anlamsızlığı gördüğümde, anneme neden boşanmadıklarını sorduğum gün 12-13 yaşlarındaydım sanırım.

Verdiği cevabın bana yüklediği sorumluluktan habersiz olan annem, çocuklarımız için, demişti bana.

Verdiği bu cevap, mevcut bilinçaltı kalıplarımı destekleyici ilave kalıplar oluşturmaya yetmişti.

Onları bir arada tutmak için ‘iyi’ çocuk olmak ve/veya büyüdüğümde hep sorun giderici kişi olarak yaşamıma devam etmek.

Ben ‘veya’ ihtimalini görmezden gelip ‘ve’ ihtimalini seçerek her iki kalıbı da yaşadım hayatımda.

Onların kendilerini feda etmelerinin sebebi idim ve karşılığında, bilinçaltı düzeyde, benim de onlar için fedakarlık yapmam bekleniyordu.

Ve ben de yaptım…! Hem de uzuuun bir süre…

Kendi hayatımdan ziyade onlarınkini yaşamayı seçtim, onları bir günlüğüne de olsa mutlu görebilmek için, imkanlarımı zorlayarak hep onlar için bir şeyler yapmaya çabaladım durdum.

Ama çabalarım sonuçsuz kaldı,
onların mutluluk anahtarı bende değildi!

Bunu anlamam, 41 yılımı aldı!

Şimdi geriye dönüp baktığımda, geçmişimle yüzleşmeye başlamak önce kaosa sebep verdiyse de , sonrasında taşlar yavaş yavaş yerli yerine oturdu, diye özetleyebiliyorum.

Bundan sonraki yüzleşmelerim artık beni korkutmuyor, çünkü kaosun peşinden ”özel” bir düzen geldiğini deneyimleyerek öğrendim.

İlk yüzleşmemde sık sık gelgitler yaşadım…

Duygu deryasında çalkalanıyordum, tüm duygular aynı anda hücuma geçmişti…

Öfkeliydim, ama suçluluk da hissediyordum, çünkü öfkemi yönelttiğim anne babamı aynı zamanda çok da seviyordum!

Kızgındım, ama aynı zamanda onları affetmek de istiyordum, çünkü onlar da kendi bilinçaltı kalıplarıyla yaşamış ve yaşatmışlardı!

Bunu artık biliyordum ve bilmezden gelmek kendimi kandırmak olurdu!

Kayıp yıllarım için üzgündüm, ama aynı zamanda artık sebebini keşfettiğim için çok da mutluydum!

Çünkü sebebini bildiğim problemi aşabilirdim de…. Kayıpları kazanca dönüştürebilridim de…

Çaresizlik ve umudu aynı anda yaşamanın şaşkınlığı içerisindeydim!

Bir yandan birileri bu durumu düzeltsin istiyordum, diğer yandan çözümün onlarda değil bende olduğunu biliyordum!

Bu ne yaman çelişki yumağı böyle, diye düşündüm!

Ve konu geldi geldi, gene empatiye ve duyarlılığa dayandı!

Onları affedebilmek için, onların yaşadığı hayatı anlamam gerekiyordu, sadece kendi geçmişimle yüzleşmem yetmiyordu, onların geçmişi ile de yüzleşmem artık kaçınılmazdı.

Ve bunu yaptığımda, empati de duyarlılık da kendiliğinden girdi hayatıma…

Daha doğrusu, her zaman var olan tohumlar filiz vermeye başladı…

Onları anlamak için onları onaylamam gerekmedi, ama onları affedebilmek için onları anlamam gerekti!

Bunu başardığım an, üzerimden tonlarca yük kalktı, öfke gitmişti ve kalan boşluk sevgiyle doluyordu. Muhteşem bir andı!

Ve şimdi kendime yeniden soruyorum: Geçmiş mi beni bırakmıyordu yoksa ben mi geçmişi?

Evet, geçmiş beni yıllarca bırakmamış gibi görünse de, aslında ben geçmişi salıverdiğimde o da beni özgür bırakmıştı.

Hayat gerçekten de aksiyonu seviyor ve ilk adımı atan  kazanıyor!

Share This