helen-keller

Bu yazı 27 Ekim 2013 tarihinde Gazetesiz adlı sitede aynı adla yayınlanan yazıdan alıntıdır.

Gazetesiz sorumlusu arkadaşımın önerisine “Eski kitapları yazmam” diye itiraz ettim, çünkü okur isterse daha önce yayımlanmış kitaplarla ilgili tanıtım yazıları bulabilir. Yeni, dumanı üstünde kitaplar ise çok yönlü yararlılıktır.

Ancak bu kez kendi sözümü tutmayıp 2007’de yayımlanmış bir kitabı tanıtacağım size… Başlıkta da gördüğünüz ve algıladığınız üzere güncel bir kitap. Çünkü Benim Dünyam, Siyah (Black) adlı bir Hint filminin tekrar çevrimi.

Hem öğretmenin hem öğrencinin “bir piyano taşıyıcısının kuvvetine, bir kömür madencisinin sessiz sabrına ve bir şairin inceliğine” sahip olması gerektiğini ileri süren bir hayat öyküsü bu. Helen Keller’in inanılmaz yaşantısı… İki nedenle inanılmaz: ilki, kör ve sağır oluşu; ikincisiyse müthiş bir merak duygusu ve hiç dolmayan belleğiyle yaşam sevinci.

Betimlemeler…

“Olağanüstü gelişmiş duyguları ve çevresine olan dinmek bilmez ilgisi sayesinde o, hem gülü hem de mavi gökyüzünü tanıyordu –ve mavi gökyüzü onun kalbinde eriyordu” betimlemesi, her ne kadar Helen Keller’in değilse de (Ralph Barton Perry) onun dünyasını yansıtmak için yeterli.

Helen daha 19 aylıkken geçirdiği bir rahatsızlık sonucu hem görmez hem de duymaz olmuş… Hayat hikâyesini anlattığı bu kitabı da Alexander Graham Bell’e adamış.

“Işık, bana ışık verin!”

Annesi de çok az gören biri olan Helen, çok iyi bir eğitim aldığı için göremediği, işitemediği halde müthiş bir özgüven ve merak ile birlikte bitmek tükenmek bilmeyen sorularıyla hayata tutunmakla kalmamış kendisini de geliştirmiş.

Hastalığından önce öğrendiği “su”, sonraki aylarda konuşma yeteneğini kaybettiğinde aklında kalan tek sestir. Ancak ailesi, tuttuğu bir öğretmenle -bu arada babasının, anlattığı öykülerle beyninde yer ettiğini unutmamalıyız- yepyeni bir pencere açar önüne. Avucuna parmakla yazılanları öğrenir önce. Yazılanların birer varlık olduğunu, her birinin bir başka anlam üstlendiğini, duygu taşıdığını öğrenir. Kimi zaman zorluklar karşısında öfke nöbetleri geçirir, kimi zaman kırıcı olur… Ama “Çok az kişi gülün yumuşaklığına dokunmanın verdiği neşeyi ya da sabah rüzgârında yavaşça sallanan zambakların güzelliğini bilir. Kimi zaman, kopardığım bir çiçeğin üzerindeki böceğin, korku içinde kaçarken kanatlarıyla çıkardığı sesi hissederdim” az buz bir duygu yoğunluğu değildir.

Sisin içindeki gemi

“Hiç kalın bir sisin içinde denizde bulundunuz mu? Hani beyaz karanlık her yeri kaplamıştır ve endişe dolu büyük gemi kıyıya doğru sesle yolunu bulmaya uğraşır ve siz kalbiniz çarparak bir şeyler olmasını beklersiniz. Eğitimime başlamadan önce ben işte o gemiye benziyordum, ne pusulam ne de beni sesle yönlendiren bir aletim vardı ve limanın ne kadar yakın olduğunu bilmeme imkân yoktu” (s. 28) diyor Keller, hayatını anlatmaya başlarken. Öyküler anlatılmasını (tabii, avucuna parmakla yazılmasını; başka bir şey anlaşılmasın), kırlarda gezip koşmasını, hatta denize girmesini çok seviyor. “Müzeler ve sanat galerileri de her zaman için mutluluk kaynağımdır. Doğal olarak görme yeteneği olmayan birinin soğuk mermere dokunarak hareket, duygu ve güzelliği anlaması bazılarınıza garip gelebilir; oysa ben sanat eserlerine dokunarak bundan sonsuz zevk alabiliyordum.” (s. 93) sözleri Türkiye gibi tarihi ve doğal güzelliklerle dolu bir ülkede bırakın farklı kentleri, içinde yaşadığı şehirde bile bunların varlığından habersiz olanları ne kadar etkiler, bilemem.

Dokunarak öğrenme…

Ama bakın burası çok önemli, “Tanrı heykellerinin yüzlerindeki nefreti, cesareti ve sevgiyi aynen dokunmama izin verilen yüzlerde algıladığım gibi algılıyordum” (s. 93) diyor. Dudaklara dokunarak, onların hareketlerini saptayarak öğrenmeye çalışıyor önce… Sonra ders alıyor tabii. Tiyatroda kostümlere, dekorlara dokunmasını izin verildiğinde büyük bir coşku, heyecan duyduğunu anlatıyor. Telefonun mucidi Graham Bell -ki eşi de işitme engelledir- çok yardımcı olur. Almanca, Fransızca, antik Yunan dili öğrenir, üniversiteye gider, sınavları birer birer başarıyla verir.

Dalgaların sahile vuruşu, müziğin kendine özgü ahengi, tarifsiz sevgi ve iyilik neler yaşatır, hepsini anladığı anlamlarla anlatıyor. Şiir için söylediği “kalplere ulaşmak için tercümana ihtiyaç duymaz” (s. 86) ve “Bilgi, sevgidir, ışıktır ve görmektir” (s. 27), kiminle karşı karşıya olduğumuzu anlatmıyor mu size?

Daha çok gençken yazdığı bir öykünün üzerinden yaşadıklarını ve üzüntüsünü, bence kendiniz okuyup değerlendirin.

Her şey su ile başladı adlı kitabı okuduktan sonra -çevirisinin iyi olması da bir diğer etken, deyim yerindeyse su gibi akıp gidiyor- Benim Dünyam adlı filme gidin. Beren Saat, Uğur Yücel, Ayça Bingöl’ün yorumlarını izleyin… Belki internette Siyah (Black) adlı filmi de bulursunuz, onu da izleyin. Hepsini kendi dünyanızda harmanlayın… “Yaşama sevinci budur” demezseniz, konuşalım.

Korkut Akın

Share This