iblisin-yumurtalari-ii

Taş hücrenin küçük penceresine tırmanmış, kendisi için yakılan ateşi izliyordu. Mavi gözlerindeki alevler, cehenneme açılan küçük birer geçidi andırıyordu. Dünkü sınavı geçmiş, ama ölümden kurtulamamıştı. Engizisyonun vicdanı donuk, yüzü soluk adamları, onu göle attıklarında can havliyle su üzerine çıkmıştı. Köy halkının iştahlı bağrışları arasında ilk kez, babasının yüzme öğrettiği güne lanet okudu. O artık bir cadıydı. Birazdan buradan çıkacak ve alevlerin açtığı kapıdan, efendisi iblisin hanedanına geçiş yapacaktı. Ebedi kötülüğün dünyasında, huzursuz ruhlar arasında sonsuza kadar acı duyacaktı. Bunca yıldır birlikte yaşadığı köylülerin onun için istedikleri tam da buydu: Kıskanç ve bencil bir kadının iftiralarına inanıp, masum bir kadını cadılık suçlamasıyla infaz etmek. Alevlerin kızgın dansı arasından kendisine doğru gelen celladını seyrederken, tüm bu olaylara sebep olan günü hatırladı:

 

Aslında Teresa, geçen haftaki olaydan sonra Sir William’ın evine gitmeyi hiç istememişti. Oraya ev demek ne kadar doğruysa tabi… Boyası dökülmüş paslı bahçe kapısından girdiğinizde, eve varmak için on dakika yürümeniz gerekirdi. Mevsim yazsa, mis kokulu güllerden oluşan bir tünel sarardı sizi. Kış ise, karla kaplı taflanlar eşlik ederdi adam boyu. Aralarda kameriyeler, salıncaklar, hepsi boş, hepsi tenha. Karısı öldüğünden beri Sir William, o koca evde tek başına kalmıştı. Yalnızlığını unutturan tek şey, her hafta eve yumurta getiren Teresa’ydı. Porselen beyazı teniyle ne kadar da narin görünüyordu. Gözlerine bakmaya utanır, sepetten yumurta seçerken adamın eli eline değdiğinde yüzünün kızarmasına engel olamazdı. İşte o gün yaşlı adam, tesadüfi temaslarla yetinmemiş, genç kadınla  arasındaki mesafeyi arsızca yok etmişti. “Evlen benimle Teresa, lütfen evlen. Evim, servetim hepsi senin olsun” demiş ve her şeyi duyan Ester’in şimşeklerini kadının üzerine çekmişti.

iblisin-yumurtalari-i

 

Çünkü yaşlı adamın yalnızlığı, Ester için bir fırsat kapısıydı. Bir işe yaramayan kocasını kahya olması için zorlamış, adam beceremeyince Sir William’a yalvarıp işi kendisi almıştı. Köyün en görkemli tepesinde mermer bir kale gibi oturan evin müştemilatına yerleşmiş, uçan kuşu bile vergiye bağlamıştı. Sir William’ın her hafta gelen yumurtacı kadına olan ilgisini kıskanmış, adamın onunla evlenmek isteyişini kendi çıkarlarına engel saymıştı. Her gece haince planlar hazırlıyor, kendisini vazgeçirmeye çalışan kocasına lanetler okuyordu. “Aptal adam, beceriksiz. Ben ne yapıyorsam senin ve karnımdaki bebeğim için yapıyorum. On güne kalmaz bebek gelecek ve sanıyor musun ki o kadın bu evin efendisi olursa bizim burada kalmamıza izin verecek.”

 

“Peki ne yapacaksın ki Ester?” Ester’in fitilini bu soru ateşlemişti. Pelerinini geceliğinin üzerine geçirdi ve el yordamıyla yaktığı gaz lambasının titrek ışığı ile sokağın karanlığında gözden yitti. Gölgeler fısıltıları, karanlık yalanları besledi. Gecenin elçileri yarasalar, kasabaya yeni bir kurban getirmişti. Bütün ahali sokağa dökülmüş, “İblisin yumurtalarını istemiyoruz!” diye bağırıyordu.

 

Teresa, ateşin yüzünü yalayan sıcaklığıyla bir çığlık attı. O an hiç kimse bunu, Ester’in ikiz doğuran çığlığından ayıramadı.

 

Bahar Yaka

 

Share This