Bu hikâye, ben işimi kuralı birkaç yıl olmuşken yaşandı. O zaman bile “iyi bir anne” olup olmadığım konusunda yaşadığım tereddütlerle cebelleşiyordum. Seyahatler, stres, içimdeki tutku… İşimin, evdeki işlerle, imla testleriyle, çocukları etkinliklere götürme rutinleriyle bağlantımı koparmama yol açtığı gerçeğiyle boğuşuyordum… Bir yandan satış, pazarlama ve yönetimle uğraşırken bir yandan da diğer annelerle grup sohbetlerine katılmakta zorlanıyordum.

Bir öğleden sonra o sıra üç yaş civarında olan kızımla birlikte evdeydik ve onun odasında yere oturmuş legolarla bir şey inşa ediyorduk. Dikkatim dağınıktı. Bir legoyu diğerinin üzerine koyup duruyordum ama bilinçli olarak bir şey oluşturduğum yoktu, sonra kızım konuşmaya başladı.

“Anne” dedi bana tanıdık gelen bir ses tonuyla -bu dikkatini vermesi gerektiği halde vermeyen birini uyarırken kullanılan tonlamaydı. “Kale yapıyoruz.” Rasgele üst üste konulmuş lego yığınına yöneldi. Derhal kendime geldim. “Ah evet!” dedim sanki bunun gerçekten de bir kale -bazı mimari sorunları olan bir kale; ama yine de bir kale- olduğunu görebiliyormuşum gibi. Birkaç lego parçası aldım ve kuleler üzerinde çalışmaya başladım.

“Ve bu bizim kalemiz anne” diye devam etti bir parçayı diğerinin üzerine koyarken. “Biz bu kalede yaşıyoruz çünkü biz prensesiz.” Onun “prenses” derkenki tatlı sesini bu kitaba yansıtmamın bir yolu olsun isterdim, ama yok. Kızın tarafından bir prenses olarak görülmenin ne kadar güzel bir şey olduğunu düşündüğümü hatırlıyorum.

Sonra üzerine basa basa “Ve” dedi kızım. Aniden durdu, elinde tuttuğu legoları bıraktı ve sarı buklelerin serbestçe çevrelediği küçük yuvarlak yüzünü bana çevirip gözlerimin içine baktı. Ona hep doğal afet derdim (annem Karma derdi) ve bana bakarken gözlerinde gördüğüm ateş ikimizin de yanılmadığını gösteriyordu.

“Ve bu büyük bir kale anne, çünkü biz işe giden prensesleriz!” “İşe giden” derken kafasını hafifçe aşağı yukarı salladı. Sanki söylediği şeyin bir ünlem gerektirdiğini fark etmiş gibi… Sonra da inşaata geri döndü.

Ekim ayının o perşembe öğleden sonrasında banyo zemininde otururken zihnimde o anı yeniden yaşadım. Beni etkisi altına alanın o hikâye olmasına izin verdim. Ve şunu anladım: Evet, kaçıracağım şeyler olacaktı, hayatımız etrafımızdaki diğer ailelerinkinden farklı olacaktı; ama bu bizim hayatımızda yanlış bir şey olduğunu ya da benim kötü bir iş çıkardığımı göstermezdi.

Kendime karşı dürüst olarak ve tutkularımın peşinden giderek belki de kızıma daha büyük düşünmeyi, istediği kaleyi inşa edebileceğini, istediklerinin peşinden gitmesini, istediği hayatı yaşamasını ve onu seven insanların her durumda sevmeye devam edeceğini öğretiyorumdur, diye düşündüm.

Temsilcimi aradım.

“Kabul ediyorum” dedim. “Yalnız ancak cumartesi sabahı oraya varabileceğim çünkü yarın çocuklarımı okuldan alıp onlarla akşam yemek yiyeceğim.”

Bu an hâlâ kariyerimin en önemli evet anlarından biri olmayı sürdürüyor.

Hikâyelerim hayır dediği için az daha ağzımdan çıkmayacak bir evet…

Kendime daha iyi bir hikâye anlatmayı seçtiğim için büyük şükran duyuyorum.

 

İÇ ANLATILARIN SEÇİMİ

Her birimizin içinde milyonlarca hikâye yer alıyor. Küçük olaylar, büyük trajediler, zar zor hatırlayabildiğimiz şeyler, hiç unutmayacağımız şeyler. Ve evet, hikâyelerimizin birçoğu pek hoş değil. İhanete uğradığımız ya da birine ihanet ettiğimiz zamanlar var. Adaletsizlikle ilgili hikâyelerimiz, aldığımız adil olmayan sonuçlar ve hak etmediğimiz akıbetler var. Terk edilmeye, aptalca hatalara, kibre dair hikâyelerimiz var. Reddedilme, alay edilme, ayıplanma, küçümsenme hikâyelerimiz var. Sadece altıncı sınıfı bile düşünürseniz gökdelen yüksekliğinde bir hikâye yığınıyla karşı karşıya kalırsınız.

Böyle hikâyelerinizin olmadığını söylemiyorum. Aksine, onların kesinlikle orada olduğunu ve şimdiye kadar yapmadıysanız eğer, artık onların varlığını kabul etmeniz gerektiğini söylüyorum.

Bunun yanında söylediğim bir başka şey de şu: Gökdelen yüksekliğinde bir olumlu hikâye yığınına da sahipsiniz. Zoru başardığınız zamanlara dair hikâyeler… Sevilme ve sevme hikâyeleri… İnsanların size inanmasıyla, sizi yüreklendirmesiyle ve sizin de kendinize inanmanızla ilgili hikâyeler. Bunların büyük hikâyeler olması gerekmez. Yukarıda bahsettiğim projedeki katılımcıların şaşkınlıkla keşfettiği ve sizin de öğreneceğiniz gibi, bazı hikâyeler bir anlıktır, birkaç cümle uzunluğundadır; ama yine de onların arkasında öyle bir duygu vardır ki bu hikâyeler tekrar anlatıldığında insanı pozitif enerjiyle doldurur.

Olay ve Tepki arasındaki o “hikâye” parçası size aittir. Sizin seçiminizdir. Kendinize hangi hikâyeyi ya da hikâyeleri anlatacağınızı seçmek, vereceğiniz tepkiyi, dolayısıyla da alacağınız sonuçları değiştirme gücüne sahiptir. Sonra bu hikâyeleri tekrar tekrar oynatarak hayatınızın bambaşka bir hal almasını sağlayabilirsiniz.

İçinizde hikâye anlatılıp anlatılmayacağı konusunda seçim şansınız olmasa da -isteseniz de istemeseniz de hikâye anlatılacaktır- iyi haber şu ki hangi hikâyeleri anlatacağınıza dair seçim tamamen size aittir. Zira çıkmazda kalmanıza, ağır hissetmenize ve o mesafeyi günün birinde kapatıp kapatamayacağınızla ilgili tereddüt içinde olmanıza sebep olan hikâyeler olsa da sizi özgür bırakacak hikâyeler de vardır. İlerlemenize yardımcı olacak hikâyeler vardır. Zorlukların altından kalkmanızı, bariyerleri aşmanızı sağlayacak hikâyeler vardır. Evet, biliyorum, bu sözlerin arkasında ilham verici bir fon müziği eksik bir tek. Farkındayım. Ne var ki bence gerçekten olmalı da.

Zira bu zor, harika, hikâyelerle dolu dünyayla ilgili bilimsel veriler, araştırmalar ve kendi deneyimleriniz tek bir şeye, çok büyük bir şeye işaret ediyor:

Hikâyenizi değiştirebilirseniz, hayatınızı değiştirebilirsiniz.

Share This