Doktor doktor dolaşmış, hastalığına çare bulmak amacı ile her bir doktorun yazdığı reçeteli ilaçların yan etiketilerini umursamadan, bayram şekeri tüketircesine tüm ilaç ”tedavilerini” uygulamış, ancak yine de sonuç alamamış, hatta tüm ”tedavilere rağmen” hastalığı daha da kötüye gitmiş, nice insan var etrafımızda.

Eminim şu anda aklınıza gelen en az bir kaç isim olmuştur bile….
Buna karşılık ”alternatif tedavi” yöntemi olarak bilinen ve kulaktan kulağa dolaşan şifa çalışmalarını ise en son çare olarak görüyoruz nedense….
Hani artık hiç bir tıp tedavisi işe yaramamışsa, ölmeden önce son çare olarak denenmesi öngörülen tedavilerden bahsediyorum.

Tabi bir de, alternatif tedavi denince, akla ilk gelen ”hangi şifacı daha iyi ise ona gitmeli” düşüncesi, en büyük şifacının kendimiz olduğunu bilmeden…

İşin traji komik tarafı, tıp bilimi hastayı iyileştiremediği zaman, bu durum ‘normal’ karşılanıyor da, söz konusu şifa tedavisi olunca durum değişiyor.

Hasta iyileşirse adı ‘mucize’, iyileşmez ise ‘şarlatanlık’ oluyor.
 
Oysa ortada ne mucize vardır, ne de şarlatanlık ! Sadece, iyileşmek isteyen ve istemeyen hasta vardır !
 
Hiç kimsenin aklına, hastalığın gerçek sebeplerini sorgulamak gelmiyor, herkes sebebi kendi dışında bir yerlerde aramayı tercih ediyor. Yani sorumluluğu başkasına atıyor, sanki iyileşmesi daha kolay olacakmış gibi…
 
Hastalık sebebi keşfedilmeden yapılan ‘tedavi’ ise, delik bir kaba su doldurup, neden her seferinde kabın yine boş olduğuna şaşırmaya benziyor.
 
İşte bu koca evrende, bir tek bizim gezegenimizde yaşam olduğunu düşünecek kadar içselliğini yitirmiş bir bakış açısına sahip olan zihniyetimiz aynı dar açıyı hayatın tüm ayrıntılarına yansıtıyor.
 
Oysa bedende görülen hastalık, yaşanan sağlık probleminin artık son çığlığıdır.

Artık körün bile görebilmesi için, beden adeta ‘YETER’ diye çığlık atıyordur…

Oysa hastalık uzun süredir vardır zaten, bir çok aşamada alarm da vermiştir üstelik, ama önemsenmediğinden bir sonraki aşamaya geçmek zorunda kalmıştır.

Ve son olarak da söz artık bedenindir… Bu sefer o çığlığı, istisnasız herkes duymuştur.
 
Günümüz yaşam tarzında, streslerimiz, korkularımız, endişelerimiz, yanlızlıklarımız ve sevgisizliklerimiz o kadar rutin hale geldi ki adeta yaşamın ta kendisi olarak kabul görüyor.
 
Bu ruhsal durumların her biri ‘normal’ olarak algılandığında, tehlike çanları çalmaya başlıyor aslında… Tabii duyabilene… Bu aşamada hepimiz adeta sağır gibiyiz….
 
Zihnimiz, ‘normal’ kabul ettiği hiç bir şeyi sorgulamadığından, yaşam ‘dolu dizgin devam’ ediyor.

Ta ki bir gün, bedenen ve/veya ruhen yaşanan patlama günü gelene dek….
 
Oysa istisnasız tüm hastalıkların sebebinin, ‘normal’ diye adlandırdığımız bu yaşam tarzından kaynaklandığını bilmek, tedavinin ilk adımıdır !

İlk adımı doğru atmazsak, sonraki adımlardan çözüm beklemek, tam bir hayal olacaktır.
 
İyileşmek, öncelikle ‘gerçekten iyileşmek istemek’ ten geçer…

Sonra kendinle yüzleşmekten, suçlamaları sonlandırmaktan (her neyi suçluyorsak) ve sorumluluklarını almaktan geçer…

İşte gerçek şifa çalışması bunlarla başlar…

Ve nihayetinde önce kendini, sonra hayata dair herşeyi ve herkesi sevmekten geçer.

Gerçek Sevgi, işte bu kadar kolay ve bu kadar zor.

Sevgi yağmurlarının, ruhunu her gün yeniden yıkamasına, sevgi güneşinin yaşam pencerini her gün yeniden parlatmasına izin verirsen yaşamına ışık doğar.

Sevginin olduğu yerde ışık ta boldur çünkü ve ışık asla hastalık barındırmaz.

Share This