Önce sıcacık bir çorba, buharı üstünde fırından yeni çıkmış ekmekle..
Ardından özenle hazırlanmış güveç, yanında tereyağlı pirinç pilavı..
Rengarenk bir salata, sütlü bir tatlı ve üstüne orta şekerli bir kahve mi alırsınız?

Yoksa, X-mac menü, orta boy patates?
Yada Y-chicken menü ve tavuk kanatları mı, sadece dört dakika bekleme süresi ile?

Seçme şansına sahipseniz eğer..                                                           

İşte, dünyanın kaderini değiştirebilecek tüm basit şeyler kadar basit bir soru.

Diğer yanda da  küresel ısınmayı engelleyecek önlemler, ülke gelişimine bu defa kesin katkı sağlayacak partiler, kollar, propaganda çalışmaları..Ülkeler arası iyi niyet gösterileri…Çevre koruma hareketleri, yeşilciler, maviciler..

Hepsi de ne kadar heybetli, gösterişliler.

Ahh şu büyük projeler!

Aslında kimse kanmıyor değil mi bu büyük cümlelere, kurumlara, adamlara…

Sizin de içinizde minicik de olsa bir ses tüm bunlara rağmen, sadece kaçınılmaz olanın gelmekte olduğunu söylüyor mu?

Yoksa sizde suçları hep bir başkasında, bir diğer kuruluşta, devletlerde, yan komşuda, filanca kişide ya da eşinde bulanlardan mısınız?

Sanki bizler birbirimizle paylaşmayı unuttukça, sokak ortası kalabalıklar arasında yemeklerimizi yerken yanımızdan geçen diğerlerini göremez oldukça, dünya da artık bizimle paylaşmaktan vazgeçiyor.

Sanki beziyor dünya halimizi gördükçe…

Televizyonda görüp gözyaşı döküp, o uzak ülkelerdeki, uzak şehirlerdeki açlığı, fakirliği izleyip, bu kocaman açlık karşısında, hiçbir şey yapamayacağımızı düşünüp bezmemiz gibi.

Doğrusu ben bu bezginliğin saflığına inanmıyorum artık …

Çünkü büyük sorunların, hafife aldığımız küçük, minicik anahtarlarla çözüleceğine yürekten inanıyorum.

Herhangi bir sokak arasında, bir akşamlık yemeğimizi paylaşabilecek birilerini buluruz değil mi illaki?

Ama hayır… yardım ve paylaşmak bile olsa konu, biz en iyisini, en büyüğünü, en gösterişlisini yapmalıyız.

Eh yapamıyorsak, buna gücümüz yetmiyorsa da kendimizi doyurmaya çalışmalıyız, her zamanki gibi.

Ne kadar yersek kar diye diye…

Bana kalırsa  teker teker suçlu olmasak da, korktuğumuz her şeyi, her birimizden parçalarla oluşan Ortak Ruhumuz çıkarıyor karşımıza.

Ortak ruhumuz, içinde barındırdığı çeşitleri kaybedip sadece görüntülerden ibaret tek bir bedene mi dönüşüyor yoksa? 

Sözde gelişen plastik cerrahi ile tek tip haline gelen kadın ve erkekler gibi…

Şimdi bu küresel ısınma denen şey de, mevsimlerin çeşitliliğini kaybetmesinden başka bir şey mi sahi?

Dört mevsimin yaşandığı topraklarda, mevsimler üçe, ikiye, bire ve  o korkunç sıfıra ulaştığında kime kızacağız?

Kime kızalım ki, bir avuç toprağı kurtarabilelim? Yani işe yarasın kızgınlıklarımız.

Ülkeleri yönetenlere mi? Yoksa elinde çok büyük güçler barındıran bir ülkeyi yöneten tek bir adama mı?

Hep böyle günah keçileri lazım değil mi bizlere ?

Ben kendi keçilerimi, onlar benden kaçmadan, serbest bıraktım çoktandır..

Günahlarımın hepsi bana aittir.

Siz kime kızarsınız bilemem ama benim kızdığım, suçlu bulduğum yine her zaman ki gibi kendimim.

Ve kendimdeki kusurları düzeltmekten daha büyük bir projem de yok.

Örneğin ne zaman  –satın aldığım-  şeylerle kof bir mutluluk duyduğumu hissetsem kendimi açık havaya atıp buna hiç ihtiyacım olmadığını, çıplakken ne kadar huzurlu olduğumu hatırlatıyorum ruhuma.

Konuştuğum herkesi dinliyorum; her insanın bir dünya olduğunu daha da iyi anlamak için…

Yada ne bileyim uzun soluklu yemekler yemeğe çalışıyorum…  Yani güveci tercih etmeye çalışıyorum elimden geldiğince. Doğanın bizlere bahşettiği çeşitliliği hatırlamak ve unutmamak için ne kadar şanslı olduğumu… Sadece doymak için değil yani.

Zaten doymuyoruz ki aslında hiç…
Daha zengin, daha güzel, daha başarılı…

Ve tüm bu dahaları istedikçe, daha az mutlu, daha az huzurlu, daha az sağlıklı insanlara dönüşürken…

Yeni yeni üreyen virüsler… sessiz bir çığlık gibi, hepimizin yılda en az birkaç tanıdığının yakalandığını duyduğumuz kanser hastalığı tıpkı kendisi gibi dünyayı sarıp sarmalarken…

Oysa doğa iyileştirmeyi sever ve affetmeyi…Eliniz kesilir, bir şey batar ya da yanar diyelim..

Siz hiç bir şey yapmasanız da, özel bir çaba harcamasanız da o yara iyileşir…bazen daha uzun sürer ama iyileşir.

Ama insan… doğanın neresinde kendine bir yer bulduysa, orası talan oldu, bozuldu, hayvan nesilleri yok oldu.

Çünkü hiçbirimize, sadece sahip olduklarımız yetmedi. Daha çok arazi istedik, soylarımız yıllarca sürsün diye daha çok çocuk istedik, daha çok yol gerekti, daha çok bina, daha çok benzin…hep daha çok şey gerekti…

Aslında önce biz yayıldık kanser gibi dünyaya.

Bu yüzden önemli, tek bir insanın hayata bakışı… Yetinmeyi, affetmeyi bilmesi, ne yaşarsa yaşasın, geceleri yatmadan aslında hiç yalnız olmadığını ve her zaman bizleri iyileştirecek, bizlere her zaman gülümseyerek bakan bir dünyada olduğumuzu düşünmesi ve elbetteki buna   -tüm hücreleri-  ile inanması…

Bu yüzden önemli kendimize iyi bakmamız, önce sadece kendimizdeki yanlışları düzeltmek için uğraşmamız.

Kanser tek bir hücrede başlar.

Ve onun oluşumuna izin veren yanındaki diğer hücrelere bulaşır.

Sevginin sembolünün kalp oluşu bir tesadüf mü sizce?

Kanser olmayan tek organ Kalp’tir…

Doğa henüz dokunmuyor kalplerimize.

Tıpkı kalplerimiz gibi sürekli hareketli olmalıyız. Onun içinden geçip giden temiz ve kirli kanlar gibi, zor ve güzel günlerle dolu ömürlerimiz.

Kötü şeyleri içimizde tutmadan, büyütmeden, akıp gitmesine izin vererek…

Kendimizle hesaplaşmayı bilerek ama sürekli bir suçluluk haline dönüştürmeden… ve her şeyden de önemlisi birbirimizin kalplerine olan inancımızı kaybetmeden…

Hayattaki her türlü arayışın, daha daha daha  fazlasını isteyişin, hataların, günahların, birbirinden çok farklı görüntülerle de olsa hepimizde varolduğunu bilerek…

Ve hayattaki herhangi bir  -daha-  ya kendini iştahla kaptırmış herkes için, tıpkı kendim için olduğu gibi…

Paylaşmayı bilen, isteklerini çaresizce bastırıp yok etmeye çalışarak değil ama, sonrasında, zarar göreceğimizi hissettiğimiz her türlü arzumuzda, bedensel haz-ruhsal tatmin dengesini kurmayı başarabilen bireyler olmamızı diliyorum.

Çeşitliliğimizi,  bizleri güzelleştiren kusurlarımızı,  meyvelerimizi,
R e n g a r e n k  sebzelerimizi, sularımızı ve mevsimlerimizi hiç kaybetmemeyi diliyorum.

Ben martta doğdum…

Martların hep, annemin doğduğum günü anlattığı haliyle kalmasını diliyorum.

Hepimiz için;

Güzel, güneşli bir bahar sabahı gibi.

Share This