Kocaman bir kangaldı Hava ninelerin köpeği Alabaş. Evlerinin önünden, civarından bir yabancı geçmeye görsün, aman ne havlama, akılları baştan almacasına. Çocukken zaten bir karış havada olan aklım o sesle iyice beni terk ederdi. Evde tuz, kahve, un vb bir şey bitmiş de Hava ninelere gönderilmişsem eve yaklaşınca bağırırdım: “Hava Nine, ben geliyorum Alabaş’ı tut.”
Bağlıyken bile pek korkardım; dişlerini göstererek, ağzını titreterek hırladığında, ipini koparıverecek gibi kızgın ve güçlü gelirdi bana. Ben korktukça Alabaş daha da azıtır, hele bir de koşmaya başlarsam ipini gere gere ayağa fırlar, üstüme atlayacak gibi havlamaya başlardı.
Bir gün köyün ortasında bununla nasıl olduğunu anlamadan, eski yıkılmış okulun önünde karşılaşmayalım mı? Elim ayağım çözüldü. Hem de neredeyse on adım önümde. İlk defa bu kadar yakından bakıyordum ona. Yine üst dudağını titreterek, diş etlerine kadar dişlerini ortaya çıkarmıştı. Hırlaması tüm kanımı çekip akıttı toprağa. Ortalıkta kimse olmaz mı? Yoktu. Olsa bile başımı çevirip bakacak dermanım, yardım isteyecek sesim içime kaçmıştı. Beriki hırlamayı havlamaya çevirdi. Adım atmıyordu ama ön bacaklarını öyle geriyordu ki sanki üzerime atladı atlayacak. Sanırım nefes bile almayı bırakmıştım, taş kesilmiştim oracıkta. Donup kalma halindeydim anlayacağınız. Ama ona dair her ayrıntıyı algılıyordum; dudağının kenarından sızan sıvıyı, gözlerinin akını, burnunun ucundaki siyah ıslak yuvarlaklığı, başının tepesindeki alacalı lekeyi, neredeyse boyum kadar olan gövdesinde solumasından gelen hareketi…
Gözlerim kapandı. O hâlâ havlıyordu ben kaskatı olduğum yere çivilenmişken. Ne dua etmek, ne yakarmak hiçbir şey geçmiyordu içimden. Şimdi hatırlıyorum da o anı, sanki hiçbir düşüncenin olmadığı bir boşlukta, içimden bir güdü bedenimi ele geçirmiş, hareketsiz bırakmış, sistemlerimi kilitlemişti. Bu an ne kadar sürdü bilemiyorum, gözlerim kapalı en ufak bir kıpırtıda bile bulunmadığım o yıkık okulun önünde. Bir an Alabaş’ın sesini duymadığımı fark ettim. Ben sanki bir âleme gitmiştim, kopup oradan uzaklaşmıştım. Şimdi geri geldiğimde ses yok olmuştu, gözlerimi hâlâ açamıyordum. Bekledim, bekledim, hâlâ ses yok; gözlerimi yavaşça açtım; gerçekten yoktu, gitmişti. Dizlerimin bağı çözüldü nefesimi aldığımı hissettiğimde. Titreyerek yere yıkılıp kendimden geçercesine ağlamaya başladım.
Nasıl anlatsam size… Yatak odamın kapısının ardında, gece yatağa girmemi bekleyen, tanımadığım bir adam bekliyordu bazı geceler beni. O adam yüzünden o geceler yatak odası kapısını da kilitleyip yatıyordum. Uykudayken bazen sıçrayarak uyanır, evin, gecenin sessizliğinde dolaşan seslerini dinlerdim. Buzdolabı bazen garip sesler çıkarırdı; buzdolabının bu seslerini bilsem de, kapı dışındaki adamdan korkumun üzerine bile bile eklerdim bu seslerden ortaya çıkardığım gizemli gerilim filmini. Nefesim kesik kesik, arada tutuk, evdeki seslere kulak kesilip, yorum üzerine yorum, hikâye üstüne hikâye, neler neler kurardım bir bilseniz. Her an kapıdan bir hareket gelecek; o adam sis olup anahtar deliğinden içeri sızacak; kapının kilidi kendiliğinden açılıverecek…
Bu korku hikâyeleri ile yorganı çeneme kadar çekip, gözlerimi kocaman açıp, kapıya tüm dikkatimi kilitlediğim oluyordu. Aslında orada bir adam olmadığını biliyordum. Ama korkuyu savuşturamıyordum kafamdan. Nasıl tepki vereceğimi şaşırıyor, ne yapsam diye planlar kuruyordum. Kalk hızlıca ışığı aç, kapının anahtarını çevir ve kapıyı itiver, bütün evi ışığa ver, tek tek bütün lambaları yak, ortalığı kolaçan et, nefesini tut, kımıldama sakın, gerçek değil bu, yat uyu be!… gibi gibi. Zihnimin gürültülüsünden, gevezeliğinden hangi sese kulak vereceğimi şaşırırdım o adamlı geceler. Her şey karışır, iç içe girip bu karışıklıktan yeni yeni gerilimler, korkular doğar, inanır mısınız akıl sağlığım yerinden oynardı. Kargaşa içinde, gelen seslerle boğuşmaktan kapı önündeki adamı unutup, yorgunluktan sızıp kalırdım bazen.
Sanırım adamcağız da bıktı benden, bu sıralar hiç uğramıyor.
Alabaş önüme çıktığında, bedenim ne yapacağına karar vermişti kendiliğinden. Plan yapmama, uzun uzun müzakerelere girmeme, sonra ne olacak, ne yapsam, bu gerçek değil, ısırır mı’lara gerek kalmamıştı. Saliseden kısa bir süre içinde tüm şartlar değerlendirilmiş, benim zihnimle veremeyeceğim, o an olan, o anki duruma en uygun cevabı vermişti hücrelerim. Beni korumuştu gerçek tehlikeden gerçek korkum. Sezgiler, hisler, bedenimin algıladığı titreşimler, yalın, saf, net, kuşkusuz, gerçek, ana ait.
Pek iyi de, o kapı önündeki gizemli adama ne demeli? Durup durup hortlayan o “korku” ne mene bir düşünceydi? Kapıyı açıp baktığımda orada olmadığını görsem de beni yoklayan o hayalet niye kaybolmuyordu? Halbuki Alabaş gözlerimi açtığımda gitmişti; bir daha da gelmemişti hiç. Kapının arkasına dair içimdekiler bir düşünceden ibaretti; sezgi ve histen ayrı bir haldi. Biliyordum aslında ana ait değildi o korku. Geçmişte, hafızamdaki hikâyemin ışığında kurguladığım gelecekteydi o gerilim filmi. Şimdilik bilmiyorum, o adamın benim neremden, ne zaman, neyi ifade etmek için çıktığını; kapımın önünde neyi beklediğini. Alabaş’la ortak yanı ise, ben kaçtıkça o da saldırgan oluyor, güçleniyordu. Ben korkuyu izlemek yerine korku içinde kayboldukça ziyaretlerini arttırıyordu. Bu korku korumuyordu, çocukken beni Alabaş’tan koruyan korku gibi. Korumak için değildi onun varlık sebebi, biliyorum şimdi.
Ne garip yahu! Korku filmi senaryosunu yazan zihnim; sonra bunun gerçek olamayacağına dair türlü akla yatkın sebep bulan zihnim; beni “korkudan” korumak için kapıyı kilitleten de zihnim…
Adam uzun süredir uğramıyor kapıma demiştim ya, bir rüyamdan sonra benden vazgeçti sanırım ya da ben ondan.
Rüyamda, kardeşimin boynuna sarılmış bir boğa yılanı gördüm. Ağlayarak haykırmaya başladım: “Yılana dikkat et, dikkat et!” Korkum arttıkça yılan da büyümeye, kalınlaşmaya, renkleri daha da şavkımaya başladı. Başından başka yılanbaşları çıkıyordu. Kardeşim ise bütün bu olanların ortasında sakince duruyordu. Yüzü gevşek, yumuşak, hatta sanki hafif bir tebessümle aydınlıktı. Ağzını açtı: “Korktuğun için o var; orada olduğunu düşündüğün için o var; korkun sahte, düşüncen sahte, hayal ile hakikati ayır.”
Ve sustu. Ona tekrar baktım, söyledikleri içimi rahatlatmıştı. Boynunda yılan falan yoktu, korkum da geçmişti.
Siz de biliyorsunuz artık, o adam da uzun süredir yok.