Bir ay kadar önce arkadaşlarımla akşam yemeğine çıktım. O günlerde  hapşırmalarla yoklayan bir gribin başlangıcındaydım… Yemek sırasında ateşimin yükseldiğini hissettim ama ortam o kadar keyifliydi ki umursamadım… Bir süre sonra yüzümün sağ tarafı doldu sanki. Bu da önemli değil, diye düşünürken birden arkadaşlarımın sesleri birbirine karışmaya başladı.

Beynimdeki stereo sistemde problem yaşıyordum. Seslere odaklanamıyordum. Bana neler oluyor derken sadece sol kulağımla duyabildiğimi farkettim. Bunu keşfettiğim an donakaldım. Kaybettiğim sadece tek kulağımın duymasıydı ama ses algılamam tamamen karışmıştı. Arıza olan taraftan gelen sesleri duyamadığım gibi, aynı anda konuşanların seslerini ayırtetmem de çok zorlaşmıştı… Üstelik kendi sesimi de ayarlayamıyordum; ya bağırır gibi konuşuyordum ya da kısık sesle.

Bunu yaşadığım an, tanıdığım genç bir kızın kendine ilgi gösteren, aslında kendisinin de pek kayıtsız olmadığı bir gençle ilgili söyledikleri çınladı beynimde: “Her şeyi iyi güzel de tek kulağı duymuyor. Bu sosyal yaşantımızı etkileyebilir.” Gencin özelliklerini anlattıkça ne kadar birbirlerine uygun olduklarını o da  anlıyordu ama hala duymayan o tek kulağa takılıp kalıyordu.

Ben kaybettiğim işitme gücümle tek kulağın ne kadar değerli olduğunu anladım o akşam.

O genç kızın da o delikanlının değerini anlaması için onu bütünüyle kaybetmesi gerekiyor olabilir mi?…

Pek çok emeklinin bir zamanlar sürekli şikayet ettikleri işlerini nasıl yana yakıla aradıklarına çok şahit olmuşumdur.

Kendilerine acımasızca yüklenen insanlar da gün gelip beden dayanmadığında, sağlıklarını kaybettiklerinde, sağlıklı her nefesin önemini anlarlar.

Çocuklarının büyüyüp hayırlısı ile çoluğa çocuğa karıştığını görmeyi arzu eden ebeveynler, daha doğrusu bu hedefle yaşayan ebeveynler, süreci yaşamadıklarında ve tek başlarına kaldıklarında çocuklarının her yaşının aslında dolu dolu yaşanması gerektiğini idrak ederler.

Size zalimce gelebilir ama sahipken değerini bilemediklerimizi kaybetmemiz gerektiğine inanıyorum.

Bu hayata kendimizle ve yaşamla ilgili bir şeyler öğrenmeye geldiysek, değer bilmeyi nihai ve en etkili öğrenme şekli kaybetmek.

Bu ise acıyı doğru bir süreçle yaşamayı ve doğru dersleri çıkarmayı gerektiriyor.

Kaybetmeyi bir organ kaybı ile yaşayanların yaşam deneyimine grip olduğum günlerdeki kısmi duyma kaybımla azıcık yaklaştım. Önce dengenin bozulması, her şeyin karışması, sonra bedenin dengesini yeni sisteme göre tekrar bulması… Benzer durumları yaşayan bireylere saygım sonsuz. Bunu içselleştirerek, özümseyerek yaşam yoluna azimle devam eden bireylere ise şapka çıkartıyorum. Onların çok özel olduklarına inanıyorum.

Onlar kaybetmeyi ve her gün bu kayıpla yaşamayı biliyorlar. Kendilerine acımadan, sahip olduklarına her gün şükrederek yaşam yolunda ilerliyorlar. Onların yaşam deneyimlerinden öğrenecek çok şeyimiz var.

Beyaz adamlar ve kızılderililerden oluşan bir grupla ilgili bir hikaye vardır: Beyaz adamlar kızılderililerle beraber hedeflerine doğru ormanda hızla yol alırken kızılderililer birden dururlar ve otururlar. Beyaz adamlar şaşırır, hatta kızarlar, “Neden durdunuz?” diye sorarlar. Kızılderilirler sakince cevaplarlar: “Ruhlarımız çok gerilerde kaldı.”.

İşte aynen böyle!

Bazen de hayat yolumuzun bir yerlerinde kendimizi kaybediyoruz.

Bazen çok hızlı giderken, bazen gerilerde kaldığımızda. On yaşımızda neyi hayal ediyorduk, onsekizimizde yaşam amacımız neydi, yitip gidebiliyor. Bu kaybediş belki de en ağırı.

Çünkü farkına vardığımızda ne yazık ki yaşamımızın son saniyesinde olabiliyoruz!…

Share This