Bir yandan spor yapıp bir yandan hayatı bir kez daha fondip yapabilirim diye düşünürken bir kedicik kordondan spor alanına doğru girdi ve bana kendini göstermek istiyormuşçasına tam karşıma oturdu.

Patileriyle tüylerini okşamaya başladı. Okşadıkça tüylerinin arasındaki yaranın üzeri açıldı.
Yaralanmıştı.

Belki bir parça kemik, belki bir parça sosis ya da kaşar eşliğinde hayatı fondip yapabilmenin keyfi uğruna yaralanmıştı.

Kediler insanlar gibi yaralarının birileri tarafından sarılmasını beklemiyorlardı. Patileriyle okşayarak yarasının üzerini açıp, temizleyip, dilleriyle ilaçlıyorlardı kendilerini.

Bu kedicik de bunu öylesine sevgi ve şefkatle yapıyordu ki izlerken yüreğimi kabartıyordu kendine verdiği sevgi ve şefkat.

Kediciğin bu halini izledikçe insanların kendilerine olan sevgisizliğini ve şefkatsizliğini düşünmeden edemedim.

Hayat, kediyi yaraladığı gibi insanları da yaralıyordu.

Kediciğin yaptığı gibi, insanlar kendi yaralarını kendi sevgi ve şefkatleriyle sarmayı öğreninceye kadar yara üzerine yara, çentik üzerine çentik atıp duruyordu hayat.

Yüreğinin patileriyle okşayacak, temizleyip arındıracak, tatlı diliyle ilaçlayacak birilerinin gelmesi bekleniyordu hep.

Biri geliyordu elbette ama bir yara da o açıp gidiyordu.

Yaralandıkça bekliyor, bekledikçe geliyor, geldikçe yeniden yaralanıyordu. Ta ki canına tak edip gelenin bir yara daha açacağını anlayıncaya kadar.

Ancak defalarca kendini yaraladıktan sonra nankör bulup tekmelediği, küçümsediği kediler kadar olabiliyordu.

Kediler hiç de nankör değildi oysa. Onlar hiç değilse kendilerine yardım etmeyi biliyorlardı. Kendilerine yardım edene hayatın da yardım edeceğini biliyor gibiydiler.

İnsanlar, yardımı hep başkalarından bekliyorken, kediler, kendilerine ilk yardımı kendileri yapıyordu.

İnsanlar kendilerine nankörlük ediyor, kendi sevgi ve şefkatlerini kendilerinden esirgiyorlardı. Bu da yetmezmiş gibi kendi nankörlüklerini kedilere yüklüyorlardı.

Kediciğin o sevgi ve şefkat yayan hali yüreğimi iyice açmış ve ben, benden içre bana akıvermiştim yine.

Bilirdim, yüreğim beni boşuna götürmezdi götürmek istediği yere. Yine elim boş dönmemiştim eve. O gün evrensel kütüphaneden denizyıldızları, martılar ve kedicik adlı üç kitap seçip okutmuştu hayat öğretmenim bana.

Hayatın anlamı, hayatın içinde gizli. Baktığını görene, gördüğündeki hakikati fark edebilene…

Yüreğinizin götürdüğü yere gidin.

Gittiğiniz yerde sizden içre sizdir buluşacak olduğunuz.

Yüreğinizin içindeki hakikattir sizi karşılayacak olan.

Ben yüreğimi güzelliklerle doldurup yeni bir çağrıyı beklemeye başladım bile.

HÜLYA GÜLTEKİN

Share This