Yeni bir aşk yeni bir iş
Yine gülecek bir neden lazım
Yeni bir haber yeni bir kader
Bunlar için bana şans lazım

Yeni bir duruş yeni dokunuş
Tek tek keşfetmem lazım
Yeni bir hayat gerisi bayat
Kendime yeni bir ben lazım

Diyen bir şarkı tutturmuştu ruhum son günlerde. Kendini, beni getirdiği noktayı gösterecek yeni benler arayışındaydı. Hiç planlamadığım halde bir anda bir yerlere itiyor, birilerinde gösteriyordu bana kendimi.

Yine aniden, hayır diyemeyeceğim bir yolculuğa itmişti beni. Kızımın hem dizideki rol gereği en yakın arkadaşının hem de oda arkadaşının annesi ve babası Balıkesir’den kalkıp bir günlüğüne Şarköy’e kızlarını görmeye gelmişlerdi ve kızım benim de onlarla tanışmam için acilen Şarköy’e gitmemi istiyordu.

Onlar, benimle tanışıp o gün döneceklerdi . Ben de o geceyi orda geçirip ertesi gün küçük kızımın geleceği saatte evde olacaktım. Görünen sebep kızımın ve görünmeyen sebep ruhumun bu isteğine hayır diyemezdim. Buna çok ihtiyacım vardı ve tam zamanında bütün parçalar bir araya gelmiş ve bu fırsat önüme konmuştu. Zihnim bile hemen izin vermişti. Bir gece için bu kadar yol çekilir mi, buna değer mi değmez mi diyen gevezeliklerine fırsat bulamadan sadece telaşımı izliyordu.

Cumartesi sabahı dedesi küçük kızımı alır almaz fırladım evden dışarı. Beş-on dakikalık bir gecikme ile on bir otobüsünü kaçırdım ve on iki otobüsüne biletimi aldım.

Bir saat bekleyecektim, telaştan yanıma kitap almayı da unutmuştum. Otogarda gezinip yiyecek ve okuyacak bir şeyler aradım. Yiyecek buldum ama okuyacak bir şey bulamadım. Bir internet kafeye girdim, dostlardan yeni bir yazı varsa okumak için Kuraldışı’nı açtım. Yoktu, bir gün önce yayınlanan kendi yazımı bir kez daha okudum, hayata ve beni aniden çıkardığı bu yolculuğa güvendim, şükrettim. Dostlardan yeni şiirler varsa okumak için şiirlere de bir göz attım, kendime verdiğim mesajları aldım ve baktım ki hareket saatine on beş dakika kalmış. Nasıl geçer bu bir saat derken, aldıklarımı oturup yiyecek zaman kalmamış ve gözümü korkutan bir saat şiir olup akıp gitmişti.

Hemen kalktım ve gidip otobüse bindim. Yanımda oturan bayana merhaba dememi henüz tamamlamışken sanki beni bekliyorlarmış gibi, dokuz dakika önce kalktı otobüs.

Midem elimdeki yiyeceklere dikkatimi çekip, yazıları, şiirleri okudun, ruhunu doyurdun, beni unuttun, indir artık şunları bana, der gibi guruldayıp homurdanıyordu.

Benimle bir daha sakın konuşma, der gibi cama yapışmış olan bayana çay-kahve servisi yapıyorlar mı diye sordum ve hiç yüzüme bakmadan geçen gittiğimde ve dönüşümde yapmışlardı, bugün de yaparlar herhalde, dedi.

Çay içmeye fırsat bulamadım, bunları çayla yemek istiyorum deyip açtım elimdeki paketi ve ona da ikram ettim. İstemeyeceğini biliyordum ama yapılması gerekeni de yapmak lazımdı. Yapılması gereken bu kadardı, bundan sonrası için yapılacak bir şey yoktu.

Yapılacak şey ona bu hali için izin vermek kapattığı kapıları açmaya zorlamamaktı.

Geçmişimden çıkıp gelen bir bendi. Büyük kızımı anneannesinde kaldığı dönemlerde görmeye her gidişimde ben de aynen böyle otobüste cama yapışır ve sadece gittiğimde neler yaşayacağımızı düşünmek isterdim.

Dönerken de kızımdan ayrıldığım için üzgün olur hiç kimsenin bana dokunmasını istemezdim. Beni yapıştığım camdan, daldığım kendi içimden çekip çıkarmak için ısrar edenlere de sert ve kısa cevaplarla beni rahat bırak sinyalleri verirdim. Aynen yanımdaki bayan gibi bana dokunmayın pozisyonunda tamamlardım yolculuğumu.

Ve bir daha sözlerimle dokunmayacaktım bayana. Dokunmadım da. İki yabancı gibi hiç konuşmadan tamamladık yolculuğumuzu.

O beni henüz tanımasa da ben onu çok iyi tanıyordum, geçmişimden, içimden çıkıp gelmiş ve yanıma oturmuş kadar iyi tanıyordum hem de.

Yiyeceklerime yöneldim, çay servisini beklemeden bir kısmını yedim ve midemi susturdum. İkinci eşimin vatanı olan Bulgaristan’a gidişlerimden biliyordum o yolu ve seviyordum o tarafa yolculuğu.

Saman denizini andıran ekin tarlaları ve komutanlarına selam duran bölük bölük asker gibi güneşe selam duran ayçiçeği tarlalarının sırt sırta vermiş görüntüsü huzur verir nasılda boşaltırdı o istanbul’un doluluğunu içimden. Gözüme gönlüme nasıl da iyi gelirdi yeryüzünün gökyüzüyle buluşmasını engelleyen binaların henüz ulaşamadığı o alanlar.

İstanbul sınırlarından çıktıktan sonra çay-kahve servisi de başlamıştı. Gözümün gördüğü her yerde ve her şeyde kendimi de görmeye çalışarak, kahve ile tamamlamayı seçtim o güzellikleri. Bir yanda, bir yanım gibi, hasat edilmiş ekin tarlaları ve diğer yanda, diğer yanım gibi, yüzünü güneşe dönmüş, ışıkla beslenip büyüyecek ve ürünlerini verecek olan ayçiçeği tarlaları sırt sırta vermiş uzanıyorlardı. Bir taraf işini bitirmiş, ürünlerini vermiş ve hizmetini tamamlamıştı. Diğer taraf ise çiçek çiçek dalgalanıyor ve güneş ışık huzmeleriyle emziriyordu adeta çiçekten bebeklerini. Bebektiler henüz, güneşe güvenip dünyaya kafa tutar gibiydiler. Büyüyüp olgunlaştıklarında ve ürün ile dolgunlaştıklarında başları öne eğilip kendilerine, kendi içlerindeki güneşlerine, ışıklarına döneceklerdi.

Bizde de böyle değil miydi? Önce dışardan beslenip, olgunlaşıp, olup dolduktan sonra kendimize dönmüyor muyduk?

Dönüşümüz eninde sonunda kendimizedir…
İster dön o yana
İster dön bu yana
Döndüğün her yanda yana yana
Döneceksin sonunda kendi içindeki sana
Sendeki O’na…

Share This