Ertesi gün kızım sete gittikten sonra ben de otelden ayrılıp dönüş için yola çıkacaktım. Kızım ve arkadaşları bir gecenin yetmediğini, o kadar yolu gelmişken en az bir hafta kalmam gerektiğini söyleyip ısrar ediyorlardı. Dönmekten başka bir seçeneğimin olmadığını anlattım ama kızım şansımızı denemek istedi. Küçük kızımın babasını arayıp birkaç gün daha bize fırsat tanımasını istedi. Kızımı kırmayıp bir aylık kanuni yaz tatili hakkının kalan on beş günlük süresini kullanacağını söyledi. Böyle kolayca hallolmasına hem şaşırdık hem sevindik. Daldan dala atlayan uzun ve keyifli bir sohbetten sonra, ertesi gün hepsinin sette olması gerektiği için uyumak üzere odalarımıza çekildik.
                             
Sabah kalktığımızda çoğunun set saati gelmiş ve gitmişti, kızımın sete gitme saati gelinceye kadar kahvaltımızı ettik ve kızımı uğurlayıp çevreyi keşfetmek için yürüyüşe çıktım. Bütün kordonu baştan başa dolaştım. Şuna ihtiyacı olursa burdan alır, buna ihtiyacı olursa şurdan alır diye, sanki kendisi bulamayacakmış gibi, birkaç mağaza adını aklımda tutmaya çalıştım.

Yorgun ve bitkin bir halde otele döndüm. Duş alıp yattım. Tam dalmak üzereyken dışarıdan Volkan Konak’ın, dinlemeye doyamadığım, yarim yarim adlı şarkısı çalmaya başladı. Uyumak üzereyken bu şarkıyı bana bir ninni olarak armağan eden kendime teşekkür ettim. Şarkı takılı kalmış gibi bir türlü bitmiyordu.

Tam dalmak üzereyken, beni her dinlediğimde yüreğimden vuran yaz beni yarim yarim diyen bölümü göz kapaklarımdan vuruyordu beni. Dayanamadım ve kalktım, ben buraya yazmak için gelmedim, kızımla eğlenmek ve onun işi olduğu zamanlarda da dinlenmek için geldim, yazacak bir şey yok şu anda, hem ben hepsini içime yazıyorum zaten. Eve döndüğümde, hepsini oradan oraya savurup, içselleştirip dışarı çıkması gerekenleri yazarım, şimdi beni lütfen rahat bırak. Uyumak istiyorum, dedim.

Sürekli çantamda taşıdığım not defterimi ve kalemimi çıkarıp, buğday ve ayçiçeği tarlalarını seyrederken hissettiklerimi ve yağmurun bana hissettirdiklerini kısaca not aldım. Kendime, bak gördün mü işte içime yazmışım, isteyince dışıma da yazabiliyorum, deyip vurdum kafayı yattım. Şarkı uyumadan önce mi bitti, uyuduktan sonra mı bitti bilmiyorum.

Derin bir uyku çekip uyandığımda ortalık sessizdi. Ekip çekimlerden geç döneceği için yalnız takılacaktım akşam yemeğinde. Yemek değil de tatlı ikram edecektim kendime. Hazırlanıp onların sık sık gittikleri yere gitmek üzere, bana arkadaşlık etmeleri için kitaplarımı da yanıma alarak çıktım.

Yalnız kalmadım elbette. İlk eşimle evlendiğim dönemde yaşadıklarımın çok benzerini yaşayıp ayrılmış olan ben’im orda çalışıyordu ve orda tatlı olmadığı için gidip başka bir yerden tatlı alıp gelmişti benim için. Tatlımı yerken tatlı tatlı hem de çok tatlı bir sohbet etmiştik beraber. Nasıl da sevilesi bir ben’di. Bütün yaşadıklarına rağmen sıkı sıkı yapışmıştı hayatın yakasına. Gözlerinden yayılan ışık ve sözlerinden yayılan anlam bir kez daha deneyip doğruyu bulacağımdan eminim diyordu. Böyle hissediyorsa denemeliydi. Doğru insanı doğru ilişkiyi bulup bulamayacağından emin değildim ama kendi doğrularından birini daha bulacağından yüzde yüz emindim. Sadece dinledim ve izledim. Yapma-etme, başını bir kez daha yakma demedim. Yüreğinin, hislerinin götürdüğü yere git. Umduğunu bulamasan da benim gibi bulman gerekeni mutlaka bulursun dedim.

Yaşamın amacı zenginleşip çoğalmaktı ve yağmurda cama vuran su damlaları gibi o da akacak ve kesişecekti başka damlalarla. Kendini akışa bıraktığında kendisi için en uygun damlaya doğru süzülecekti ya da damla aniden ona çarpacaktı.

Hesabı istediğimde elinde kendi ikramı olan bir bardak çayla gelmişti ve bir çay daha içelim beraber, seninle konuştukça içim açıldı, ferahladım, bana çok iyi geldin demişti. Kalp kalbe karşıydı, bende onu, ondaki beni çok sevmiştim. O benim ne kadar içimdeyse, ne kadar geçmişime aitse ben de onun içindeydim ve onun geleceğine aittim. O da benim gibi başka damlalarla kesişe, çarpışa bir gün içindeki benle bir ve bütün olacaktı. Ben ona gösterdiğim sevgi ve yakınlığı kendi parçama gösterdiğimin farkındaydım ama o beni neden kendine bu kadar yakın bulduğunun ve sevdiğinin henüz farkında değildi. Ama çok sevmişti, o da ben de bunun farkındaydık. Yüreğinden akan sevgiden ve gözlerinden yayılan ışıktan onun da bir gün kendisiyle bütünleşeceğini hissetmemek mümkün değildi. Damlayı ihtiyacı olan damlalara sürükleyecek yakıta, sevgiye ve ışığa fazlasıyla sahipti. O da benim gibi aşk ile, dünyada ki en tatlı acı ile kendine yürümeyi seçmişti. Çayımı da içip kalktığımda beni hiç tereddütsüz kucakladı, ben de ona yüreğinin atışını hissedecek kadar sıkı sıkı sarıldım. Burdaysanız yine bekliyorum dedi. Çekimleri yoksa yarın kızımla kahvaltıya geliriz deyip, iyi geceler dileklerinde bulunup gece pazarını geze geze otele döndüm. Kızım arayıp çok gecikeceklerini ve onu beklemeyip uyumamı söylediği için de biraz kitap okuyup yattım.

Uykuya dalıncaya kadar Emel’i düşündüm. Onda ruhunun emeline aşkla gitmenin bir kadına ne kadar yakıştığını gördüm. Güzel bedeninin ve ruhunun yaptığı bu seçime uygunluğunu gördüm. O aşkı istemese de aşk onu kesinlikle isteyecek ve peşinde dolaşıp duracak kadar güzeldi. Tek kişilik aşklardan defalarca kayıp düşebilecek kadar yoğundu gözlerindeki ışık ve yüreğindeki cesaret. Aşka gitme cesareti olan gitmeli, gidip kendine gelmeli, aşk dolu med-cezirlerle kendi gerçeğine ermeli.

Med Cezir

Asi sözcükler geçiyor içimden
Tutup dize/ye getiremiyorum.
Alıp gidiyorlar seni
Arta kalan sadece toz ve duman…

Bırak gitsin diyor bir yanım
Olacaksa Leyla’nın Mecnun’u yaktığı gibi
Mecnun’un Leyla’ya baktığı gibi olsun…

Bırakmak istemiyor diğer yanım
Sessiz ve suskun seni dinliyor gittiğin uzaklardan
Derinliğindeki beni bulup
Senin bilmediğin kadar ordayım demek istiyor…

Sözcükler seni alıp giderken
Sessizlik boğuşuyor içimdeki med cezirle
Kayıp düşüyorum tek kişilik bir aşktan
Aşk ağlıyor arkamdan…

 

Share This